Günümüz Türk elitlerinin her türlüsü kendisini bir şekilde halktan daha farklı yerde konumlandırır, olayları daha farklı yorumlamaya çalışır, farklı muamele ister, farklı düşünmeye çalışır. Bu açıdan aslında Cumhuriyet eliti Osmanlı elitinden çokta farklı değildir. Osmanlı eliti de kendisine halkından farklı bir kimlik kurmuş, farklı bir dili konuşmuştur. Divan edebiyatı ile halk edebiyatından alınacak iki kısa alıntı bu farkı en açık bir şekilde göstermeye kafidir.
Türk elitinin bir parçası olan Türk aydını içinde benzer iddialar geçerlidir. Aslında bu çokta şaşırtıcı bir olgu olmasa gerek. Sonuçta Türk elitinin karşısındaki halktan Türkiye'de varolan sistemle bir aydın topluluğunun çıkması beklenemezdi. Halka tepeden bakan, halktan kopuk, halka rağmenci... bütün bunlar bir çırpıda Türk aydınına yapıştırılabilecek sıfatlar. Türk aydını bu sıfatları belki de en hakkıyla gelenek karşısındaki duruşunda taşır. Halka karşı hissedilenin onun taşıyıcısı olduğu geleneğe yönlendirilmesi de zor olmasa gerek.
Türk aydınının halk ve gelenek karşısındaki bu duruşu Osmanlı elitlerinin kendini halktan farklı konumlandırılmasının basit bir devamı mıdır? Öyle olsa bile tarihin bu mirası nasıl devam edebiliyor? Hangi dinamiklerle bu mirasın hayatta kalmasını açıklayabiliriz. Taha Akyol'un Gelenek ve Türk Aydını kitabını bu soruları eşeler ümidiyle elime aldım.
Öncelikle not edeyim. Bu kitap bu sorulara cevap bulmak için yazarın başından sonuna kadar kurguladığı tek başına bir çalışma değil. İlk iki yazı Taha Akyol'la gelenek ve türk aydını üzerine yapılan ropörtajlar... daha sonrakilerin tamamı ise Taha Akyol'un değişik vesilelerle yazdığı köşe yazıları. Belli bir iddianın, tarihten ve günümüzden örneklerle ispat edildiği klasik bir kitap çalışması değil bu. Dolayısıyla okuyucu gelenek ve türk aydını arasındaki ilişkinin doğası, bunun nasıl doğduğu ve geliştiğine ilişkin bir çalışma beklememeli bu kitaptan.
Yine de bu haliyle bile kitap okuyucuyu beklemediği bir noktadan yakalıyor. Bence bu nokta bile önemli bir katkı.. Hemen hemen her siyasi proje bir şekilde toplumsala ait birşeylerin değiştirilmesini içerir. Bu değişimler hedeflenirken geleneğin rolü ne olmalı? Projenin çapını ve boyutlarını ne kadar kısıtlamalı? Modern dönemde ortaya çıkmış liberalizm'den sosyalizme çoğu felsefi akım temelinde devrimcidir. Yani toplumu dönüştürürken geçmişe ait ne varsa yıkılmalıdır. Bu felsefi akımların devrimciliğine karşı çıkan ve tedriciliği savunan felsefi bir akımda Batı'da ortaya çıkmıştır: muhafazakarlık... Değişim geleneklerin çerçevesinde, tedrici hayata geçmelidir. Taha Akyol'un not ettiği gibi Türkiye'de belki de aydın-halk arasındaki yukarıda bahsettiğim tarihsel kopukluk devrimciliği en meşru gelenek kılmıştır. Halbuki geleneksel bazı kurum, değer ve hayat pratiklerinde devrimci değişimlere karşı duracak bir felsefi duruş Türk aydınını halkına daha da yakınlaştırabilirdi. Bu ise Türk aydınını Türk halkını yönlendirmede kuşkusuz daha etkin bir konuma sokardı. Bu kitabın en önemli katkısı roportajlarda muhafazakarlık felsefesinin en yalın haliyle ortaya konması. Keşke Taha Akyol bu felsefenin açıklanmasına bütün halinde bir kitap ayırsaydı. Kanımca çok önemli bir katkı olurdu. Röportajları takip eden 80 küsür yazıdan hemen hemen hiçbirisi bu felsefenin tartışılmasına ayrılmamış. Sadece bir iki yazısında Taha Akyol muhafazakarlık üzerine yazılan tezleri not edip geçiyor.
Şöyle düşünülebilir. Takip eden yazılar Taha Akyol'un muhafazakarlık bakış açısıyla bir birinden farklı tarihsel ve güncel olayları yorumlaması aslında. Muhtemelen öyledir. Yani ropörtajlar bu felsefeyi kısaca açıklarken takip eden yazılar bu felsefeyi örneklendiriyor. Böyle bir yol takip edilse bile yine de muhafazakarlık felsefesini iki ropörtajda anlatılan kadar bilen birisinin bu felsefenin izdüşümlerini yazılarda görebilmesi mümkün değil. En azından ben göremedim. Kitabı derleyen İbrahim Sarıtaş ve Hamdi Turşucu köşe yazılarını şu başlıklar altında sınıflandırılmış: (1) muhafazakar toplum ve siyaset, (2) aydınlanma, pozitivizm, bilim, (3) devrim, jakoben zihniyet ve Fransa, ve (4) modernleşme, batıcılık ve laiklik. Keşke her bölüm başında Taha Akyol'un yazılarındaki muhafazakarlığın izdüşümleri bize kısaca açıklansaydı. Her bir bölümün başına yazılacak bir paragraflık açıklama tahmin edilenden çok daha fazla iş görürdü. Ama maalesef olmamış. Her bir yazıda muhafazakarlığın izlerini görmek biz okuyuculara düşüyor.
Herşeye karşın Taha Akyol gibi önemli bir entellektüelimizin gazete köşelerinde kalmaması gereken yazılarının toparlanıp bu şekilde belli bir konu çerçevesinde biraraya getirilmesi önemli bir katkı... Devamı gelmeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder