17 Şubat 2011 Perşembe

Soner Yalçın, Efendi 2: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Doğan Kitap, 2006

Son iki yüzyılın tarihi Batı merkezli kapitalist ekonominin dünyanın diğer ekonomilerini yutup, kendi eksenine sokmasının tarihidir. Bu süreç oldukça sancılı bir süreçtir. Yerel ekonomiler çöker, bireyin etrafında binlerce yılda örülen geleneksel güvenlik ağları yırtılıp atılır, insanın iş gücü alınıp satılan bir meta haline gelir... Bu süreç ya zorla ya da rızayla hayata geçirildi. Zor kullanarak girdiği ülkelerde bile, Batı ile artan ticaretten faydalanan bir grup ortaya çıktı.

Batının üretici, çalışkan, girişimci burjuva tipinden oldukça uzaktı bu grubun mensupları... Batı ürünleri ile yerel tüketiciler arasındaki dil engelini çözmek ve yerel piyasaları bilmek belki de tek hünerleriydi. Ortadoğu'da, bilebildiğim kadarıyla İran hariç, hemen hemen her ülkede bu sınıfı gayri Müslimler oluşturdu. Ya rum ya da ermeni ya da levanten... Ortak dini paylaşmaları, Batı'nın önemli ticari merkezlerinde akrabalık bağlantıları, ve yabancı dil bilgileri gayri müslim cemaatleri Batı ile ortadoğu islam dünyası arasındaki doğal aracılar haline getirdi.

Osmanlı'nın yabancı tüccarlara tanıdığı kapitülasyon hakları Osmanlı'da yaşayan gayri müslimleri yabancı ülke vatandaşlığına geçişe teşvik etti. Osmanlı bu geçişi durdurmak için hukuki reformlar yaptı, fakat bir işe yaramadı. Rum ve Ermeni tüccarların her sorunlarında Rus, İngiltere ve Fransa gibi ülkeleri Osmanlının iç işlerine müdahele ettirmekte sakınca görmediler.

Doğal olarak yüzyıla yayılan bu süreçte devleti yönetenlerde bu gruplara karşı gittikçe artan kuşku ve nefret oluştu. 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyılın başında Osmanlı topraklarında bu iki gruba yöneltilen şiddetin kaynağında bu tarihsel deneyim vardır. Yeni Cumhuriyet kurulduğunda bu iki gruptan büyük ölçüde kurtulunmuştu. Hem savaş yıllarının şiddeti hem de savaş sonrası nufus mübadeleleri rum ve ermeni nufusunu toplam nufus içindeki payını yüzde 25'lerden yüzde 2'lere düşürdü. Cumhuriyet Türkiye'sinde, boşalan burjuva konumunu devlet eliyle zenginleştirilmiş Müslüman sınıf doldurdu.

Buraya kadar anlattıklarım değerli sosyolog ve iktisat tarihçilerimizin, mesela Çağlar Keyder'in 'Türkiye'de Sınıf ve Devlet'ında, Türkiye'nin Batı merkezli kapitalist düzene entegre oluşuna ilişkin bulgularının çok basit bir özetidir.

Türkiye'nin kapitalist ekonomiye eklemlenmesi sürecinde dini grupların oynadığı rol ise hemen hemen tamamen gözardı edilmiştir. Göz ardı etmeyenler ise dini grupların rolünü daha çok engelleyici olarak görmüştür. Sabri Ülgener Hoca'nın 'İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri' isimli enfes çalışması bu konudaki standart iddiayı tartışır.

Soner Yalçın'ın Efendi 2'si dini grupların bu eklemlenme sürecinde hiçte engelleyici bir rol oynamadığına dair önemli örnekler sunuyor. Benzer bir iki örneği Soner Yalçın 'Siz Kimi Kandırıyorsunuz?' isimli kitabında da tartışıyor. Bu örnekler daha iyi tartışılsaydı şimdiye kadar kabul ettiğimiz standart iddiayı oldukça zora sokacak bir tartışma ortaya çıkmış olurdu. Fakat bu yapılmamış.

Soner Yalçın ilk kitabının izini bir adım daha ileri götürüyor bu kitapta. Aslında ilk kitabın doğal bir uzantısı bu. Sabataycılık siyasi-ekonomik hayatımızda ilk kitabın iddia ettiği gibi hakim bir gerçekse hangi toplumsal kanallarla varlığını sürdürmüştür? Efendi 2'nin bu soruya cevabı oldukça sansasyonel: tarikatler. Dolayısıyla Beyaz Müslümanların büyük sırrı açığa çıkmış oluyor. Hepsi sabataycı.

Bu çıkarımla Soner Yalçın dini gruplar ve kapitalism arasındaki ilişkiye dair muhtemel sapmasını gerçekleştiremeden gerisin geriye dönüp klasik iddiaya ek kuvvet vermiş oluyor. Bir anlık acaba duygumuzu kapitalizme eklemlenmede rol oynayan dini yapılanmaların sabataycı olduğunu öğrenerek bir kez daha bu müslümanlardan zaten birşey olmazdı sonucuna erişiyoruz.

Efendi 1'de Soner Yalçın'ın herhangi bir kimseyi sabataycı yapan özelliklere ilişkin varsayımları olduğunu belirtmiştim. Efendi 2'de bu varsayımlardan özellikle Bülbülderesi ile alakalı olanı tekrar kullanıyor. Ama bu varsayım sadece bir tarikatin tartışmasında önplana çıkıyor. Sabataycı bilinen veya yahudi aydınlanmasının aracı okullarında okumak veya ibranice biliyor olmak yeni varsayımlar.

Daha genel olarak, tarikatlar ve sabataycılık ilişkisini gösterebilmek için Soner Yalçın özellikle iki stratejiye dayanıyor. Birinci strateji İslam'daki tasavvufi anlayışla, dolayısıyla tarikatların İslam anlayışıyla, sabataycı-Yahudi düşünce arasındaki akranlığı vurgulamak. İkinci strateji ise tarikatlardeki heteredoks pratikleri vurgulamak. Birinci strateji uzun uzun tartışmalarla desteklenmiş. İkinci stratejide ise anekdotlar kullanılmış.

Bu stratejilerin ikiside oldukça problemli. Soner Yalçın kendisini sabataycılık ve tarikatlere o kadar yoğunlaştırmış ki benzer ilişkilerin yaygınlığının farkında bile değil. Daha fazla din tarihi okuması yapmakla bu iki stratejinin ne kadar problem dolu olduğunu kendiside görebilirdi. Öncelikle kültürel aktarım ve etkileşim konuları kültür çalışmalarının çok önemli konuları. Hiçbir kültür tarihsel olarak tek başına bir fanus içinde gelişmemiş. Kültürler ve medeniyetler arası alışveriş o kadar fazla ki... O açıdan İslami tasavvufi anlayışla sabataycı-yahudi düşünce arasında benzerliklerin olması oldukça normal.

Benzer şekilde İslam öncesi İran'da güçlü bir akım olan manici düşünce aslen hind düşüncesinden İran'a aktarılmıştır. İslam'da, özellikle Şii düşüncede varlığını devam ettirmiştir. İslam, yahudilik, hristiyanlık veya manicilik arasındaki düşünce alışverişleri aslında hiç şaşırtıcı olmaması gerekir zira İslam'ın yayıldığı topraklarda bu dinler hakimdi. İslam fıkhı ve kelamı bu dinlerin yükselttiği sorularla oluşmuş ve şekillenmiştir. Benzer şekilde Yunan felsefesi de aynı topraklarda oldukça sistemleştirilmiş bir haldeydi. Bu felsefenin metodları adı geçen dinlerin hemen hemen hepsini etkilemiştir.

Aynı şekilde günümüz kriterlerine göre heteredoks pratiklerin tarikatlerde olması hiçbir şeyi göstermez. Bilakis tarikatler bu tür pratiklerin toleransla karşılandığı yapılar olagelmiştir. Zaten bu tolerans tarikatlerin İslam'ın yayılmasında öncülüğüne katkıda bulunmuştur. Yoksa çok katı bir İslami anlayışı müslümanlığı yeni yeni kabul eden topluluklara kabul ettirmek pek mümkün olmazdı.

Türklerin ilk müslümanlığa geçişinden tutun, balkanlardaki müslümanlaşmaya, Afrika ve Hindistan'daki müslümanlaşmaya kadar, bütün bu örneklerde gözlemlenen süreç budur. Tarikatler yerel nufüsların eski dini pratiklerini kendi bünyelerinde islamileştirirken aynı zamanda kitabi islami anlayışın hayır diyeceği bir çok uygulamaya da cevaz veriyordu. Dolayısıyla Soner Yalçın'ın gizli gizli çağrıştırdığı gibi, islamın cevaz vermediği uygulamaların tarikatlerde gözlemlenmesi o tarikat mensuplarını müslümanlıktan çıkarmaz. Veya zaten bunlar müslüman değil sabataycı idi sonucunu desteklemez.

Soner Yalçın'ın üslübüna Efendi 1'in tahlilinde belirttiğimin ötesinde yeni bir şey eklemek gereksiz. Türkçe kelimelere sadakati takdir edilesi. Konudan konuya atlaması, gereksiz bilgileri dipnotlara atmaması, sunduğu bilgilerin kaynağına ilişkin kaynak göstermemesi halen daha ciddi bir sorunlar olarak duruyor.

Soner Yalçın'ın bilgisinin genişliği karşısında hayran olmak, kuramsal acıdan biraz hayal kırıklığına uğratsa da, için Efendi 2 okunası bir kitap.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder