İslam dünyasının Batı ile ilişkiye girme süreci oldukça travmatik olmuştur. Bu travmanın nedeni hiç kuşkusuz ilişkinin eşitsiz yapısıydı. Batının kuralları ile oynanan bu ilişkide İslam dünyasının tercih şansı bile yoktu. Zorla bu ilişki İslam dünyasına giydirildi. İslam dünyasından daha travmatik yaşayanlar da oldu bu ilişkiyi.
Hiç kuşkusuz benzer travmaların en şiddetlisini Çin yaşadı. 19. yüzyıla kadar İngiltere'nin sürekli ticaret açığı verdiği bir ülkeydi Çin. İngiliz aklı afyonu keşfetti. Afyon satışı ile ticaret açığını kapattı hatta fazlasını bile elde etti. Çin'in aristokratik elit ailelerinin çocukları afyon bağımlısı haline geldi. Öyle bir eşitsizlikti ki içine düştüğü bu durum, kendi halkını korumak adına afyon ithaline yasak bile koyamadı. Koymak istedi, İngiltere ile savaşmak durumunda kaldı. Ve İngiltere'nin elinde tarihinin en küçük düşürücü yenilgisini tattı. Neticede 19. yüzyıl sonunda merkezi otorite yıkıldı. 20. yüzyıl ortasına kadar Mao bitirine kadar Çin iç savaşın içindeydi.
İran'ın travması da benzerdir. Kuzeyde Rusya, doğuda İngiltere... 19. yüzyıl boyunca İran bu iki süper güç arasında sıkıştıkça sıkıştı. Osmanlı, Mısır, Tunus, Japonya örneklerinde görüldüğü üzere İran da bu ilişkiden çıkışı Avrupa'ya benzemeye çalışmakta buldu. Bu süreç batılılaşma diye isimlendirildi. İsmin çağrıştırdığı eşitsizlikten ötürü ise akademisyenler daha nötr olan modernleşmeyi tercih ettiler.
İster batılılaşma ister modernleşme... Süreç aslında aynıdır. Doğrudan koloni tecrübesi yaşamamışların kendi iradeleriyle batının kurumlarını ithal etme sürecinin adlarıdır bunlar. Daha sonra koloni yönetiminden çıkanların çabaları da aynı isimlerle adlandırıldı. Bu süreç nasıl bir süreçtir? Neler değişir? Nasıl değişir? Değişim neler içerir? Sancıları nelerdir? Bu sorular halen daha geçerliliğini koruyan önemli sorulardır. Sosyal bilimlerin dinamiğini bu sorulara cevap kaygısı oluşturur. Hamid Dabashi'nin 'İran: Ketlenmiş Halk'ında batılılaşma veya modernleşme sürecinde bir toplumun değişimine tanık olursunuz. Her ne kadar kendisi kitabını bu kuramsal çerçeve içinde sunmamış olsa da..
Hamid Dabashi'nin hedefi oldukça basit: Amerikan akademi ve populist yazınında çizilen İran resminin çarpıklığını göstermek... Bu çarpıklığın kaynağı ise bizzat İranlıların kendisi ve bazı oryantalistler... Şöyle ki... 1979 İran Devrimi ve peşinden Amerikan konsolosluğunun ögrenciler tarafından işgali İran'ı Amerikan kamuoyununun gündemine çıkmamak üzere soktu. Bu gündem akademik hayata da etki etti ve İran çalışmalarına önemli bir ivme kazandırdı. Devrim zoruyla veya daha sonra Amerika'ya göç etmiş İranlılar ve onların Amerika doğumlu çocukları bu artan akademik ve daha çok populist talepten birinci derecede fayda sağlayanlar oldu. Çizdikleri resim oldukça basitti: kapkaranlık bir rejimin İran'ı esir aldığının resmi...
Mesela, Azer Nefisi'nin 'Tahran'da Lolita Okumak'ı akademik bir kitaptan beklemeyeceğiniz bir bayağılıkla bu resmi çizer. Tam da Amerikalıların görmek istedikleri gibi bir resimdi bu... İran üzerine yazan İranlıların ailelerinden miras aldıkları veya kendi deneyimleriyle büyüttükleri rejim düşmanlıkları ise bu işin itici gücü oldu.
Bu süreçte istisna sayılacak İran'a ve İran tarihine daha objektif yaklaşan önemli sosyal bilimci ve tarihçiler de çıktı. Said Arjomand, Hamid Algar, Fariba Adelkhah akla gelen ilk isimler.. Bu bir avuç İranlı'ya Hamid Dabashi'yi de eklemek gerek. Amerika'da yaşayan birisi olarak İran rejimine karşı. Ama bu karşılık gözlerini kör etmemiş. İran tarihinin kendine has bir zenginliği ve bu zenginliğin oldukça kozmopolit bir yapısının olduğunu vurguluyor kitap boyunca... İran'daki rejimi tam da bu noktada eleştiriyor. İran'ın zenginliği olan bu kozmopolit yapıyı yok etmeyi projesinin bir parçası yapmış rejim.
İran'ın 1979 Devrimi bile o kozmopolit yapının sadece diğer bir dışa vurumu. Kesinlikle şiilik ve şii dini kurumlarının tek başına gerçekleştirdiği bir olay değil. Fakat onlarsız da olmamıştır. Azer Nefisi ve diğerlerini bu noktada ağır eleştirir Dabashi. Ona göre Azer Nefisi 1979 devriminin anti-emparyalist yanını ve kozmopolit yapısını gözden kaçırır. Ve yaptığı son derece bayağı benzetme ile önemini sıfırlar.
Bu benzetmeye göre İranlı kadınlar, başta Azer Nefisi, Vladimir Nobokov'un meşhur romanındaki Lolita'dır. Çocukluğu, hayalleri, masumluğu ise çalınmıştır. Çalan Humbert'leri ise sert bakışlı bir yabancıdır. Bu yabancı kafasında hayal ettiğini İran üzerinde denemek istemektedir. Lolita gibi çaresiz, kaderin kendilerine biçtikleri hayatı yaşamak kalır sadece onlara.
Hamid Dabashi, Azer Nafisi'nin Paul Wolfowitz ve Bernard Lewis ile olan kişisel bağlantılarına bakıp Azer Nafisi'nin anlatısının Amerika'nın emperyal politikalarının bir parçası olduğunu iddia eder. Amerikalılara verilen mesaj açıktır ona göre: Lolitaları Humbert'in elinden kurtarın. Böylece İran'a muhtemel bir saldırının alt yapısı hazırlanmak istenmektedir.
Nefisi'nin gerçek niyetinin ne olduğunun akademik açıdan pek bir önemi yok aslında. O İran resmini çekenlerden sadece birisi... Değişik kişiler tarafından çekilen İran resimleri Dabashi'nin şikayet ettiği kadar İran tarihini basitleştirmiş, tekdüze göstermiştir. Dabashi bu tekdüzeliğin oluşturduğu yanlış İran imajını çizmek düzeltmek için, İran tarihinin son 100 yılının bir panoramik resmini çizer bize. Bu resimde İran'ın son 100 küsür yıllık tarihindeki belli başlı akımlar kendini bulur. Şiilik ve şii kurumları önemlidir mutlaka. Onların içindeki ayrımları da unutmamak gerek. Silme aynı düşünen tek bir kütle değildir bunlar.. Sol akımı da unutmak olmaz. Sol akımda 1979 devriminin önemli bir saçayağıdır. Ta ki, devrim sonrası devleti ele geçiren mollaların onları yok etmesine kadar.
Milliyetçiler ve batılılaşmacılar da bu resmin bir parçası. Bu resim aynı zamanda İran şiirinin, romanının ve en sonunda sinemasının son 100 yıl içindeki dönüşümünü unutmuyor. Dönemlere ayrılmış son yüzyıl tarihinde bahsi geçen güzel sanatlardaki değişimi de tartışmış Hamid Dabashi. Ayrıca resim yazarın kişisel hikayeleriyle de süslendirilmiş, renklendirilmiş. Bu kişisel hikayeler soyut kaçan tarihe et ve kemik olmuş, canlılık vermiş.
Böylelikle Hamid Dabashi oldukça renkli bir İran resmi çiziyor bize... Hedef belirlediği üzere İran tarihinin oldukça kozmopolit yönünü nazarımıza veriyor ve hayatın siyah-beyaz kategorilere indirgenemeyeceğine, daha renkli daha karmaşık olduğuna dair güzel bir anlatı sunuyor.
Aslında Hamid Dabashi bir tarihçi değil. Mesela, Türkçeye de çevrilen İran sineması üzerine bir kitabı var. Tarihçi olmadığı için İran tarihine dair orijinal yeni bir bilgi beklememek lazım kitabı okurken. Kitapta sunulan İran tarihi herhangi bir kitapta defalarca tekrar edilenle aynı. Fakat farklı farklı kitaplarda anlatılanları iyi bir sentezle oldukça anlaşılır bir dille biraraya getirdiğini teslim etmek gerekir. Bu tarihsel malzemeye kendi uzmanlığındaki konuları, şiir, roman ve sinemayı, eklemesi kitabı diğer İran kitaplarından ayırıyor. Fakat bu ekleme biraz iğreti kaçmış sanki... Bu döneme ait güzel sanatlardaki gelişmelere de bakalım tarzı bir girişle konuya girmiş. Yani herhangi bir okuyucu sadece bu bölümleri okusa ve İran tarihini az buçuk bilse bir gariplik hissetmez. Bu alandaki tartışmalarını kitabın bütününe yedirememiş yazar. Bu ise kitabın akıcılığını oldukça olumsuz etkilemiş.
Hamid Dabashi kitabında güzel sanatların son 100 yıldaki dönüşümüne yoğunlaşsaydı ve bu dönüşümü de daha makro tarihsel dönüşümlere bağlasaydı daha enfes bir çalışma olurdu. Böyle bir kitap İran'daki güzel sanatlardaki dönüşümü daha iyi anlatacaktı bize. İran sinemasının 1979'den sonra kazandığı büyük başarı bir tesadüf mü? Sinemanın ele aldığı konularla 1979 sonrası toplumsal, siyasi ve ekonomik yapılar arasında bir ilişki var mı? Bu dönemde neden sinema hem roman hem şiirden daha çok öne çıkıyor?
Bu sorular cevaplanmamış çünkü bu sorular sorulmamış. Tamam kitabın ana hedefi bambaşka.. Ama sebep sadece hedefin başka olması değil. Dabashi'de tarihsel olay ve dönüşümlerin sebeplerine inme konusunda ciddi bir çekingenlik görüyorsunuz. Bu çekingenlik ise kitabındaki analitik eksikliği açıklıyor. Bu çekingenliği akademik meşrebine ilişkin ipucu veriyor. Edward Said doğrultusunda tarihi açıklama değil de, anlamlandırma isteği ağır basıyor Dabashi'de... Azer Nefisi tartışmasında görüldüğü gibi bu istek onu kolayca komplo teorisyenine dönüştürebiliyor. Nefisi hakkındaki iddiası yanlış veya doğru demiyorum. Sadece herhangi bir kitabın konusu ile onun konjonktürü arasındaki ilişkiden niyet okuyamazsınız diyorum.
Kitabın Türkçesi oldukça akıcı. Cümle düşüklükleri, çeviri çalışmalara mahsus sıkıntılar kitapta göze batmıyor. Kitabın takibini kolay kılan diğer bir unsur, yazarın kendi alanına has akademik jargonlardan kaçınması olmuş... veya çevirmenimiz o jargonları uygun Türkçe karşılıklarıyla kapatmış.
İran'ı merak edenlerin İran tarihine giriş mahiyetinde okuyabilecekleri güzel bir çalışma Dabashi'nin 'İran: Ketlenmiş Halk'ı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder