Türkiye'de sekülerleşme olgusu ne zaman başlamıştır? Bu tür büyük dönüşümler için tam bir tarih vermek her zaman çok zordur. Osmanlı'da Sultan'ın örfi kanun yapma hakkı bu olgunun bir parçası olarak algılanabilir pekala... Öyleyse Fatih'e kadar götürülebilecek bir tarihtir sekülerleşmemizin tarihi... Batı'nın üstünlüğünün kabul edildiği 3. Selim dönemi, veya modernleşme önündeki son büyük engel, yeniçerilerin kaldırıldığı, 2. Mahmut dönemi de başlangıç kabul edilebilir. Türk tarihine daha geniş bir pencereden bakıldığında Atatürk devrimlerinin sekülerleşme sürecine ivme kazandırdığı ama başlangıcın çok daha eskiye dayandığını kabul edecektir. Türk sekülerleşmesi Atatürk'le de bitmemiştir. O'ndan sonra da dönüşüme uğramıştır. Aslında halen daha dönüşüme uğramaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde 'laiklik' kavramı etrafında dönen tartışmalar aslında o dönüşümün en doğal göstergesi...
Diğer bir söylemle, Türk sekülerleşmesi çok uzun bir zaman dilimin kapsar, çok farklı toplumsal kesimlerin ve çok farklı meşrepten kişilerin katılımının ürünüdür. Sekülerleşmeyi din karşıtı olarak algılayan ve algılamayan milyonlarca da bu sürecin bir parçasıdır. Türk sekülerleşmesi basitçe bir iki kişiye, bir iki kanuna indirgenemez. Andrew Davison tam olarak bunu yapıyor. Türk sekülerleşmesi Ziya Gökalp'e, Mahmut Esat Bozkurt'a ve Atatürk devrimlerine indirgeniyor. İnceleme boyutları bu bahsedilenlerin dışına çıkmayan bir kitaba neden Türkiye'de Sekülerizm ve Modernlik ismi verilir? Bahsi geçen sürecin karmaşıklığı ve oldukça canlı ve zengin tartışma zemini bu kadar basite indirgenerek nasıl katledilebilir? Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar dar bir çerçevede dahi kitabın hangi bulgusunun yeni olduğunu çözemedim. Mesela Niyasi Berkes'in Türkiye'nin Sekülerleşmesi kitabının yanında Davison'un kitabı bulgu düzeyinde şaka gibi kalıyor.
Bu sert eleştiriler kitabın tamamen yararsız olduğunu düşündüğüm anlamına gelmesin. Tam aksi, kitabın önemli bir başarısı var. O da, Atatürk devrimlerine yönelik Türk ve yabancı araştırmacıların yaklaşımlarında hakim olan temel varsayımları ortaya çıkarması. Sosyal bilimlere 1950'lerden itibaren modernleşme yazınının hakim olduğunu biliyoruz. Bu yazının toplumsal değişimlere ilişkin oldukça tartışmalı varsayımları vardır. Niyasi Berkes'ten Şerif Mardin'e, Bernard Lewis'ten Myron Weiner'e Türkiye örneğini çalışan araştırmacıların hemen hemen hepsi bu yazının bir parçasıdır. Yüzeysel olarak Türk sekülerleşmesine bakıldığında Türk örneği modernleşme yazınının vazgeçilmez bir örneğidir. Hele Atatürk modernleşme yazınını aslında kaleme alması gereken kişiydi.
Andrew Davison işte bu yazının Türk ve yabancı temsilcilerinin Türk sekülerleşmesine yaklaşımlarında ki temel varsayımları ortaya çıkarıyor. Veya Davison'un tabiriyle önyargıları... Davison'un son derece ağdalı dilini avamlaştırarak söylersem. Söz konusu araştırmacılar Atatürk devrimlerinde ve Türk sekülerleşmesinde görmek istedikleri birşeyler vardı. Aradıklarını görmekte zor olmadı.
Bu noktada Davison'a itirazım şu: bunu görebilmek için hermenötik yaklaşıma mı ihtiyacımız var? Sorun sosyal bilimlere pozitivist yaklaşımın sorunu değil bence... Sorun o yaklaşımı tutanların metodolojik eksiklikleri... Hermenötik yaklaşım sergilemeden de bu problem zaten görülebilirdi. Bu kadar basit değil mi?
Andrew Davison'un bu kadarcık bir eleştirinin ötesine geçtiğini de belirteyim. Türk sekülerleşmesine ilişkin iki duruştan bahsediyor Davison. İlk duruşu Türk sekülerleşmesinin din ve devleti birbirinden ayırdığını iddia ediyor. İkinci duruş Türk sekülerleşmesinin devletin dini tamamen kontrol etmessi olduğunu iddia ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığı ikinci duruşu destekliyor. Durumu karmaşık hale getiren, Türk devlet adamlarının, Mahmut Esat Bozkurt bu noktada devreye giriyor, amaçlarının din ve devleti birbirinden ayırmak olduğunu iddia etmeleri. Bu nasıl bağdaştırılabilir? Davison'a göre ortada bir çelişki yok. Zira, Türk devlet adamlarının laiklik algısı dinin devlet politikalarına, eğitim ve yargıdaki etkisinin yokedilmesini içeriyor. Hiçbir şekilde din ve devlet arasıdaki kurumsal ilişkiler kastedilmiyor. Bu hermenötik yorumun ne kadar orijinal olduğunu okuyucunun yorumuna havale ediyorum.
Aslında Davison esas sorudan kaçıyor. Esas soru şu: Türk devlet adamları laikliği neden Davison'un iddia ettiği gibi anlamışlar? Çok eleştirdiği modernleşme yazınının hiç olmazsa bu soruya bir cevabı var. Atatürk'ün veya ondan önceki devlet adamlarının modern dünyanın gereksinimlerini anlamış olmaları... Doğru veya yanlış... Davison'un buna bir alternatif cevabı yok.
Kitap sonuç bölümü ile birlikte 314 sayfa... 142. sayfaya kadar kitap Türkiye'de sekülerleşme konusuna giremiyor. Bu sayfaya kadar iki konu hakim oluyor kitaba... İlki modernite, modernite hakkındaki yazın ve hakim yaklaşımın eleştirisi... İkincisi, hermenötik yaklaşımın esasları... Sadece Türk sekülerleşmesine ilgi duyanlar ilk 142 sayfayı gönül rahatlığı ile atlayabilir. Daha sonrasını anlamak için 142 sayfalık işkenceye katlanmak gereksiz. Bu iki tartışmadan sonra Ziya Gökalp'in fikirlerinin yorumlandığı uzun bir bölüm geliyor. Böyle bir kitapta Ziya Gökalp'e yer ayrılmasının sebebi oldukça dogmatik. Türk sekülerleşmesini ve onun en önemli taşıyıcılarını çok etkilemiş olması... Bu iddiada Taha Parla'nın etkisini görmemek mümkün değil... Zaten kitabın yazılmasına Taha Parla'nın bölümü de destek olmuş. Yani tek yanlı bir tarih okuması söz konusu burada... Kitabın ana konusu bir tek bölüme konu oluyor... Dördüncü bölüme...
Kitap ingilizceden çevrilmiş. Çeviriyi oldukça başarılı buldum. Türkçesi oldukça akıcı... Kelime seçiminde daha dikkatli olunabilirdi... Fakat, dikkatsizlikler istisna teşkil ediyor. Mesela, 'hegemonik ideal' nasıl bir tamlamadır? Veya 'akültürel' ne demek? –a ön eki ne zaman Türkçeleşti? Asiyasal diye bir kelime uydurabilirmiyim mesela? Kitabın gerçek ismi Türkçeye yanlış çevrilmiş. Aslı 'Secularism and Revivalism in Turkey.' Çevirmen bence daha doğru bir seçim yaparak 'revivalism' yerine 'modernite' koymuş. Zira Davison Türkiye'de dinsel uyanışa dair nasıl bir içgörü sunuyor bize en ufacık bir fikrim yok...
Kısaca, kitap her haliyle tam bir fiyasko... Hayatım boyunca sır olarak kalacak şey ise, böyle bir kitap Yale Universitesi yayınlarından nasıl yayınlandığı?
Kuramsal çerçeveyi -bu kadar güzel bir konuda- bu kadar sıkıcı hale bir insan nasıl getirebilir anlamış değilim.
YanıtlaSil