Ergenekon davası, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Türkiye’nin en önemli gündem maddesi haline geldi. Şamil Tayyar bu kitabında bu davanın tarihsel arka planını dikkatli bir gazeteci gözüyle ortaya koyuyor. Kitabın ana varsayımı Türkiye’ye yabancı değildir. Buna göre, devletin içerisinde kendini devletin gerçek sahibi gören bir örgüt vardır. Bu örgüt AK Parti hükümetini Türkiye’nin geleceği ve kendileri için tehlikeli görmektedir. Bu tehlikeden kurtulmanın tek yolu askerin darbe yapmasıdır. Örgüt 2004 yılında üç darbe girişiminde bulunmuş, başarısızlığa uğrayınca çeteleşme ve yeraltına inme sürecine girmiştir. Bu sürecin hedefi sansasyonel hadiselerle hükümeti yıpratmak ve askeri darbe için uygun zemin hazırlamaktır. Şemdinli olaylarından Danıştay saldırısına; Malatya katliamından Hrant Dink’in öldürülmesine kadar yaşanan farklı olaylar bu bakış açısıyla değerlendiriliyor kitapta.
Şamil Tayyar, birbirinden farklı bütün bu olayları oldukça büyük bir ustalıkla bu hikayenin bir parçası olarak naklediyor. İddia ve çıkarımlarıyla hikayesi oldukça ikna edici. Öte yandan böyle bir örgütün var olan bütün illegal örgütleri kontrol edip bir hedefe yönlendirdiği tezi belgelerle yeterince desteklenmiyor.
Derin devlet olgusunun büyüklüğü ve derinliği Ergenekon örgütlenmesiyle birebir ölçülebilir mi? Kuşkusuz yargı ve emniyet Ergenekonla büyük bir başarıya imza atmıştır. Fakat gerçek derin devletin ne kadarı bu dava ile ortaya çıkarılacaktır? Dolayısıyla Ergenekon örgütlenmesinin, bütünün ne kadarlık bir parçasını oluşturduğunu kestirmek zordur.
Kitabı okuduktan sonra bile, Ergenekon gizemli bir yapı olarak varolmaya devam etmektedir. Kitap her türlü sansasyonel olayı örgütün işi olarak yansıtmasına rağmen, örgütün bizatihi kendisini ortaya koymuyor. Karar alma mekanizması nasıl işler, finansman kaynakları nelerdir, istihbarat nasıl toplanır, Ergenekon örgütüne kim nasıl girebilir, eleman devşirme yöntemi nasıldır, gibi sorular cevapsız bırakılıyor.
Kitabın ana konusu ile ilişkilendirilmeyen tartışmaları da not edelim. Örneğin kitabın sonundaki dağlıca baskını tartışması nasıl bir amaca hizmet etmektedir bilemiyoruz.
Kitap tarihsel olarak olayların sıralanmasıyla kurgulanıyor. Öte yandan yazar tartışmalarda geçmiş ve geleceğe göndermeler yapıyor. Değişik zaman ve zeminlerde gerçekleşmiş olayların mantıksal olarak birbirine bağlanması zaten bunu gerektiriyordu. Halbuki kitap başka türlü kurgulanabilirdi. Mesela kitabın ana fikri en başta özetlenebilirdi. Daha sonra Türkiye’deki çeteleşme olgusunun tarihsel arkaplanı tartışılabilir, takip eden bölümde Ergenekon örgütünün bu tarihsel serüvendeki yeri ortaya konabilirdi? Kitabın kalan bölümünde ise, Ergenekon örgütünün AKP hükümetini devirme girişimleri ele alınabilirdi. Her olayın örgütle bağlantısı böylelikle daha sağlam bir zemine oturtulmuş olurdu.
Son olarak, Şamil Tayyar’ın Türkçesi kayda değer derecede net ve anlaşılır. Türkçeye hakimiyeti kitabı oldukça kılmakta. Öte yandan yazarın böyle güzel bir Türkçe metne “pazıl” veya “flu” kelimeleri serpiştirmesine anlam veremedik.
Herşeye ragmen, Şamil Tayyar’ın kitabı okunmaya değer. Türk derin devletinin karanlık dehlizlerinde bazen korkutucu bazen ümit verici bir yolculuk…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder