Cumhuriyetimiz 1923 yılında ilan edildi. Takip eden 10 yıl içerisinde Türk devletinin yeni sahipleri özellikle kültürel alanda oldukça köklü değişimlere imza attı. Devlet eliyle yapılan bu değişimi Türk tarihi içerisindeki konumu itibariyle nasıl yorumlamak gerekir? Rejimin kendisi bu değişimleri geçmişten köklü bir kopuş olarak algıladı ve öyle yansıttı. Buna göre yeni cumhuriyet Türk tarihinde açılan yepyeni bir sayfa idi. 10. yıl marşında denildiği üzere, "On yılda 15 milyon genç yarattık en baştan."Yeni düzen bu görüşünü oldukça başarılı bir şekilde yeni cumhuriyet nesillerine kabul ettirebildi. Bunda şaşılacak bir şey yok aslında. Aykırı ses olabilecek her kesim büyük bir ustalıkla susturuldu. 1933 Üniversite kıyımı, Takrir i Sükün kanunu ile evcilleştirilen basın, ve devlete göbekten bağlı aydınlarımız ile birlikte ilk okuldan liseye devlet okulları ile çepeçevre kuşatılmış, yüzde 90'lara varan okuma yazması oranı ile büyük oranda taşralı bir halk... Aynı görüşü halen daha devletin en tepesindekilerden dinleyen bir halk. 'Ümmet anlayışından kurtulma, ulus olma bilincine ulaşma, bireyin yurttaş konumunda yüceltilmesi, aklın ve bilimin öncülüğü...' Bana daha şaşırtıcı gelen ise yeni düzenin aynı görüşü yabancı fikir çevrelerinde de kabul ettirebilmesi oldu. Hani araştıran, soran, irdeleyen diye övdüğümüz, aklı ve bilimi rehber kabul ettiğine inandığımız Batı akademik çevrelerinde bizzat devletin başındakilerin ağzından çıkan bu hikayeyi aynen dinlemek mümkün. Bu anlamda cumhuriyet dönemi tarihçi, sosyolog ve siyaset bilimcilerimiz dünya tarihinin en başarılı PR'ına imza attıklarını belirteyim.
Cumhuriyet gerçekten köklü bir kopuşmuydu? Öncelikle şunu gözönünde bulundurmak gerek... Türk devletinin yeni sahiplerinin tamamına yakını Osmanlı'dan bize kalan bakiyedir... İnkilabın en başındaki insan, Kemal Atatürk, eski bir Osmanlı generaliydi. İsmet İnönü farklı değildi... Yeni devletin genel kurmay başkanı Fevzi Çakmak Ankara'ya geçmeden evvel Osmanlı ordularının genel kurmay başkanlığını ve Harbiye nazırlığını yapıyordu. Öyle ki devletin yeni sahiplerinin rakipleri de Osmanlı bakiyesidir. Kazım Karabekir Atatürk gibi eski bir Osmanlı generaliydi.. Aralarında bir tane Lenin yoktu. O dönemin ne gazetecisi, ne aydını, ne işadamı, ne üniversite hocası, ne de milletvekilleri farklıydı. Eski bakiye yeni bir isimle eski yaptığı işe devam etti. En iyimser ifadeyle cumhuriyetin kurulması süreci aslında Osmanlı bakiyesi arasındaki bir iktidar mücadelesiydi.
Yani cumhuriyetle Türkiye'deki iktidar ilişkilerinde, halkı ilgilendirecek boyutlarda, değişen bir şey olmadı. Peki başka alanlarda köklü kopuşlar yaşandı mı? Şükrü Hanioğlu'nun Osmanlı'dan Cumhuriyet'e isimli kitabını bu sorular arkaplanında değerlendirmek lazım. En başta şunu belirtelim. Bu kitap bir derleme.. Hanioğlu'nun Zaman gazetesinde yayınladığı yorumların toparlanmasıyla oluşturulmuş. Sadece bir yazı daha önce Milliyet'te yayınlanmış. Bu yorumlar güncel olay ve tartışmaların tarihsel kökenlerine inme gayretinin ürünü. Yani Hanioğlu Cumhuriyet, Osmanlı'dan bir kopuş muydu? sorusuna cevap aramak adına yola çıkmamış. Fakat yazılar toparlandığında ortaya çıkan kitap esas olarak bu soruyu irdeliyor. Kitabın içerdiği 50 küsür yorum Cumhuriyeti kuranların yenilik iddiasına oldukça aykırı sayılabilecek bir resim çiziyor bize. Bırakın Cumhuriyet'in köklü bir alt üst oluş olmasını, Osmanlı'dan kalan öyle kökleşmiş bir bakiye ki günümüzün güncel olay ve tartışmalarını bile şekillendiriyor.
Kitap 4 ana bölüme ayrılıyor. Her bir bölüm birbiri ile alakalı sayılabilecek konularda Osmanlı mirasını ele alıyor. İlk bölüm, din ve bilim karşıtlığı temeli üzerine kurulmuş çağdaşlaşma anlayışını irdeliyor. Günümüzde dinin toplumsal ve siyasi hayatımızdaki yeri ne olmalı sorunu çerçevesinde ortaya atılan görüşlerin felsefi çıkış noktasının Osmanlı aydınlarının yaptığı bir bileşim olduğunu öğreniyoruz. Bu felsefi bileşim aynı zamanda bizim çağdaşlaşma anlayışımızı da derinden etkiliyor. Bu bölümün en çarpıcı yazılarından birisinde Hanioğlu Max Weber'in Protestan Ahlakı ve Kapitalizm tezini irdeliyor ve oldukça güçlü itirazlarda bulunuyor. İkinci bölüm, Osmanlı'dan Cumhuriyete kalan aydınları, basın ve üniversiteyi irdeliyor. Buradan ortaya çıkan resim bu farklı bir fikir üretim kesimlerinin yeni Cumhuriyet düzenine nasıl bağlı olduğu sonucu oluyor. 'Çıracının şahidi bozacı' yani... Hanioğlu'nun bu resmi aslında bütün bir cumhuriyet döneminde ortaya konan çalışmaları sorgulamamız gerektiğini ifade ediyor. Üçüncü bölüm, Osmanlı'dan arta kalan siyaset anlayışımızı sorguluyor. Bu siyaset anlayışısı demokrasi, azınlıklar, milli kimlik ve dış politika alanlarında aldıkları şekille örneklendiriliyor. Son bölüm ise daha genel bir çerçevede Osmanlı mirasını ele alıyor. Ermeni meselesi, çeteler, tarihçilik anlayışımız bu bölüme konu olmuş.
Kitap güncel olay ve tartışmalardan yola çıkarak yakın tarih bilgilerimizin yapı bozumunu oldukça güçlü bir şekilde yapıyor. Kitabı bitirdikten sonra son dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyete ilişkin bilgilerimin hepsine neredeyse soru işareti koydum diyebilirim. Herhalde yıkılan en güçlü efsane ise Cumhuriyet'in Türk tarihinde köklü bir kopuş olduğu efsanesi...
Kitabın en önemli zayıflığı derleme olmasından kaynaklanıyor. Hanioğlu hoca yorumları kaleme alırken amacında bunu nihayetinde bir kitaba dönüştürmek varmıydı bilemiyorum. Öyle olmasa bile yorumların bu kadar uyumlu bir şekilde bir kitapta toplanabilmesi, bir akademisyen ve aydın olarak kafasının aynı sorular etrafında düşündüğünü gösteriyor. Öte yandan kitapta ele alınan konuların birbirinden çok farklı konuları içermesi her birinde yapılması gereken derinlemesine ele alınmayı mümkün kılmıyor. Mesela din ve bilim ilişkisine aydınlarımız ve devlet adamlarımızın bakış açısı bir iki makale ile ele alınabilecek bir konu değil. Hanioğlu hocanın tek başına bir kitap yazabileceği bir konu bu. Diğer konularda farklı değil. Çeteler meselesi halen daha gündemimizde olan bir konu ve üzerinde ciddi akademik araştırmaların eksik olduğu bir konu. Bence kitabın en etkileyici makalesi Weber'in tezinin tartışıldığı makale mutlaka daha da genişletilip kitap haline getirilmeli. Kapitalist sürece eklemlenmemizde dini grupların rolüne dair modernist yaklaşımı bir kenara bırakıp gerçekte ne olduğuna ilişkin çalışmalara sıra gelmeli artık.
Kısaca Hanioğlu her bir yorumunda cevap verdiğinden daha çok soruyu kafamızda oluşturuyor. Doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin, Türkiye üzerine gelecekte düşünecek ve yazacakların onlarca çok önemli soruyu çıkarabilecekleri bir hazine bu kitap...
Kitabın diğer önemli bir zayıflığı Türkçesi... Öncelikle yazarın cümleleri bazen çok uzun olabiliyor ve bu yazarın mantığını takip etmeyi o cümlelerde zorlaştırıyor. Türkçe kaynaklı olmayan kelimelerin sıklıkla kullanılması bu zorluğu daha da çok artıyor. Vülger, monolitik, entellektüel, popüler, mekanist, reformasyon, parametre, mecmua, tenvir, tenevvür, müradif, tevarüs, müdafi sadece bazıları... Bununla ek olarak yorumlarda sıkça geçen kişi, kitap, ve felsefi duruş isimlerini bildiğiniz varsayılmış. Alman vülgermateryalizmini bilmiyorsanız, veya yazıda geçen kişiler veya kitaplarına dair hiçbir fikriniz yoksa kitaptaki yorumları internet veya bir ansiklopedi eşliğinde okumanız gerekebilir.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kalan bakiyenin güzel ve kapsamlı bir dökümü için bu kitap herşeye rağmen okumaya değer...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder