8 Şubat 2011 Salı

Fariba Adelkhah, İran'da Modern Olmak, Çeviren: İsmail Yerguz, İstanbul: Metis Yayınları, 2001

Charles Taylor'un belirttiği gibi, sosyal bilimlerin en birincil konusu modernitenin kendisidir. 50li ve 60lı yıllarda sosyal bilimlere hakim olan modernleşme yazını bu konunun kuramsal ve en önemlisi kavramsal çerçevesini çizer. Yazın ne kadar eleştiriye maruz kalırsa kalsın, bugün hala yazının belirlediği aynı çerçeve içerisinde aynı kavramlarla konuşuyoruz, konuşmak zorunda kalıyoruz.

Bu yazına göre iki ideal tipte toplum vardır: geleneksel toplum ve modern toplum. Modernleşme ise bu iki ideal tipin geleneksel olanından modern olanına geçişin adıdır. Geçiş gerçekleştikçe geleneksele ait özellikler moderne ait özellikler tarafından tarihe havale ediliyordu. Geleneksele ait olan gerici, moderne ait olan ise ilericiydi. Buna göre dini inanış, dini yaşam, dini kurumlar gelenekselin bir parçasıydı, modern toplumda yerini alamazdı. Yerini aldırmaya çalışanlar olsa olsa gericilerdi. Bu mantıkla yazın kendi kahramanlarını yarattı. Modernleşmenin bayraktarları. Aynı mantıkla düşmanlarda yaratıldı: gericiler, yobazlar. Böylelikle analiz edilmesi gereken tarihsel bir mücadelenin tarafı olundu.

Çok uzun zamandır sosyal bilimciler modernleşmenin tarihsel olarak tek bir tipte, tek bir yol üzere gerçekleştiğini iddia ettiler. Ancak dini yaşamın ve dini kurumların her türlü modernleşme tecrübesi karşısında tarihin sayfalarına karışmayı reddetmesi alternatif bakış açılarının doğmasına yol açtı. Daha önceki sosyal bilimciler gibi dini yaşamı ve dini kurumları gericiliğin kaleleri olarak görmedi bu yeni nesil sosyal bilimciler. Oldukça radikal bir yorumlamayla, alternatif modernleşme süreçlerinin, veya değerli sosyoloğumuz Nilüfer Göle Hanım Hoca'nın tabiriyle Batı-Dışı modernleşme türlerinin olabileceğini iddia ettiler. Meraklısına Nilüfer Göle bu iddiasını Türkiye örneğinde iki kitabıyla açıklamıştır: 'Melez Desenler' ve 'Modern Mahrem.'
Fariba Adelkhah'ın kitabı 'Iran'da Modern Olmak' bu kuramsal tartışma arkaplanında okunması daha faydalı olacaktır. Nilüfer Göle'nin Türkiye ile yaptığını, Fariba Adelkhah İran'la yapar ve bu kitabında yüzlerce örnekle tek tip ve tek yol modernlik anlayışının ne kadar sakat bir düşünce olduğunu gösterir. Her ne kadar kendisi kitabını eşit derecede önemli başka bir tartışmanın parçası olarak yazmışsa da: İran'ın 1979 devrimi sonrasında geçirdiği dönüşüm.

Olivier Roy'un 'Siyasal İslam'ın İflası' isimli kitabının bir devamı niteliğinde bu kitap. Hatırlanırsa Roy bu kitabında kutsal üzerine kurulmuş bir rejimin siyasetin teknik işleriyle boğuşa boğuşa dünyevileştiğini veya sekülerleştiğini iddia eder. Fariba Adelkhah bu iddiayı bir adım ileri götürür. Aslında değişen sadece rejimin kendisi değil, İran'daki hayatın her yönü dünyevileşmekte, modernleşmektedir. Mezarlık yönetiminden, Tahran belediyesinin parklar siyasetine ve Tahranlıların bu parklardan yararlanma şekillerine, civanmertlik anlayışından, spora ve sporcuya yaklaşıma kadar, adayların seçim mücadelelerinden İranlıların hayırseverlik anlayışlarına kadar birbirinden oldukça farklı hayat pratiklerine ilişkin yüzlerce örnekle Farbia Adelkhah bize değişimin resmini çizer. Her defasında sonuç aynı kapıya çıkar: İran toplumu kutsal'dan dünyeviye bir yolculuk içindedir. Ve böylece modernleşmektedir... Bu yol hiçte batıvari değildir. Kendine has bir yoldur. Dini ve milli pratiklerde bu kendine has yolun bir parçasıdır.

Fariba Adelkhah'ın bu kitapta yaptığı cidden takdire şayandır. İran'ın toplumsal, siyasi ve ekonomik hayatına dair yüzlerce detayı gazetelerden, reklam panolarından, sinemalardan, romanlardan ve bireysel gözlemlerden toparlayabilmek için sadece İranlı olmak yetmez, aynı zamanda oldukça dikkatli bir göze de sahip olmanız gerekir. Daha da önemlisi, güçlü bir sosyal bilimci ahlakına sahip olmanız gerekir. Bu ise, İran toplumuna ve rejimine, kişisel hayat felsefenize ne kadar ters olursa olsun, karşı nötr bir duruşu gerektirir, körü körüne bir düşmanlıktan arınmış olmayı gerektirir. En son aşamada ise o detayları birbiri ile ilişkilerindirip aynı makro süreçleri görebilecek, ve ifadeye dökebilecek soyutlayıcı bir zekaya sahip olmanız gerekir.

'İran'da Modern Olmak'ın en güzel tarafı belki de mütevaziliğidir. Yazar kimse ile gereksiz bir tartışmaya girmez. Bugün hiçkimsenin eleştirmeden geçmediği, modernleşme yazınına bile tek bir eleştirel sille vurmaz. Bilakis bu yazının modern'i tanımlarken kullandığı temel kavramları alır ve etkin bir şekilde kullanarak hedefine ulaşır. Zaten İran toplumundaki modernleşme süreçlerinide bu kavramlar üzerinden takip eder: Bireyselleşme, rasyonelleşme, kurumsallaşma, gibi kavramlar yüzlerce detayı analiz etmek için etkin araçlara dönüşür.

Son bir noktaya daha değinmekte fayda görüyorum. İran'a dair Amerika ve Avrupa'da onlarca kitap yayınlandı, daha da yayınlanacak gibi gözüküyor. Bu kitapların populist olanlarının bize çizmiş olduğu bir İran vardır. Bu çizime göre İranlılar ile Iran'daki rejim arasında uçurumlar vardır. Rejim İranlıya ait değildir, yabancıdır. Yukarıdan kendi iradelerin rağmına empoze edilmiştir. Bu çizim en bayağı ifadesini Azer Nafisi'nin 'Tahran'da Lolita Okumak'ında bulur. Azer Nafisi İranlı kadınları Vladimir Nobokov'un Lolita'sındaki bakire ve bulüğa ermemiş Lolita'ya benzetir. Iranlı rejim ise, Lolita'yı binbir yalanla kendine bağlayan, ve masum Lolita'ya yıllarca tecavüz eden Humbert'tir. Bu çizime İran'a dair yazılan yüzlerce biyografi, gezi günlükleri, ve hatıra notları da destek verir. Aslında Türkçe'de de benzer bir yayın yapıldı. Rabia Özden Kazan'ın 'Tahran Melekleri' hemen hemen aynı resmi çizer. İran'da rejimin empoze ettiği hayatı yaşamak istemeyen bir kesim mutlaka var. Bu inkar edilemez bir gerçek. Fakat bu resim Fariba Adelkhah'ın kitabı okunduktan sonra biraz abartılı duruyor.

'İran'da Modern Olmak' bize daha farklı bir İran resmi çizmekte. Doğrusunu söylemek gerekirse daha akla yakın bir resim. Bu farklı resme göre İran'da rejim halktan hiçte kopuk değildir. Tabi ki muhalifleri vardır, ama bütün İranlıların rağmına kurulduğu ise fazla abartılı bir iddiadır. Tam tersine, İran'daki rejim onlarca değişik kanaldan halkın içindedir. Devrim Muhafızları ve Basiciler, -ki bahsettiğim kitap türlerinde hakkında en çok konuşulan kurumlardır-, kadar camiler ve yardım kuruluşlarıda rejimle İranlılar arasında bir kanaldır. Dini söylem ve düşünce halkı belli bir kalıba soktuğu kadar, halkın modernleşme sürecindeki pratikleri ve dini algılayış ve yaşayışlarıda dini söylem ve düşünceyi belli bir kalıba sokmaktadır. 'İran'da Modern Olmak' bize bir kez daha hayatın karmaşıklığını en çarpıcı biçimde göstermekte, hayatı ve tarihi basitleştirilmiş karşıt kategorilere indirgeyerek anlayamayacağımıza dair güzel bir ders vermektedir.

Modernleşme yazınına vakıf olanlar için kitabın kullanmış olduğu kavramlar sorun teşkil etmeyecektir. Yazar kitabın herhangi bir yerinde bu kavramlarla tam olarak ne kastettiğini açıklamamıştır. Bu da kitabı akademi-dışı okuyucu kitlesi için anlaşılmaz kılabilir. Bu yüzden çok zevkli bir okuma deneyimi tam bir kabusa dönebilir. Metis yayınları uzun bir önsözle kitabın bu eksikliğini giderebilirdi.

Kitap bir çeviri olmasına karşın Türkçesi iğreti durmuyor. Oldukça başarılı bir tercüme olmuş. Kitabın takibindeki zorluk türkçesinden değil, konunun soyutluğundan kaynaklanıyor.
'İran'da Modern Olmak' İran üzerinde master veya doktora çalışması yapacakların mutlaka okuması gereken bir kitap. Bu iki sayfalık tahlilde bu zengin kitaba tam olarak hakkını teslim ettiğimizi iddia edemeyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder