Otoriter rejimleri liberal demokrasilerden ayıran en temel ayraç faaliyet gösteren parti sayısıdır. Gösterge basit gibi gözükse de bir ülkedeki parti sayısını açıklamak kuramsal açıdan oldukça zordur. Uzun dönemli karşılaştırmalı tarihsel analizler gerektirir. Stein Rokkan'ın Avrupa merkezli yaptığı çalışmalarda önerdiği cevapların karmaşıklığı bunun en önemli delili olsa gerek...
Gerçi Fransız siyaset bilimcisi Duverger'in çok basit ve genellikle işe yarayan bir cevabı vardır: seçim sistemi. Peki farklı ülkeler neden farklı seçim sistemleri uygular? Bu soruyla tekrar Rokkan'a dönmek zorunda kalırız. Bu tartışma aslında Batı demokrasileri için geçerli bir tartışma. Yani bir ülkede neden tek parti iktidarı kurulur sorusunu cevaplamada yardımcı olmaz.
Batılı toplumlarda demokrasinin bir şiarı olarak karşımıza çıkan siyasi parti, Sovyetler Birliği'inden Çin'e, Yugoslavya'dan Meksika'ya bir çok toplumda istibdat rejimlerinin bir aracı olarak ortaya çıktı. Türkiye tek parti istibdadıyla İttihat ve Terakki ile tanıştı. Bu tanışıklık Cumhuriyet döneminde de devam etti.
Herhangi bir istibdat rejimi kendisini neden tek parti altında organize eder sorusu halen daha cevaplanmamış bir sorudur. Varolan çalışmalarda daha çok tek parti olgusunu betimleme ve modernleşme sürecinde potansiyel rolünü anlama kaygısı agır basar.
1970lerden itibaren ise modernleşme yazınının gözden düşmesi ile tek parti olgusu sosyal bilimler gündeminden de düştü. 2000li yıllarda özellikle sivil toplum üzerine yapılan çalışmalar da yeniden yeniye gündeme gelmektedir. Bu çalışmalara göre tek parti rejiminden geçmiş ülkelerin sivil toplumları diğer otoriter rejim örneklerine göre daha zayıf kalmiştir. Türkiye'nin demokrasiyi hazmedememesinden Ergenekon tipi örgütlerin varlığına kadar bir çok olgu 1923-1950 arasında hüküm süren tek parti dönemi ile ilişkilidir.
Mete Tuncay tek parti yönetimleri üzerine ortaya çıkan yazına Türkiye örneği ile katılıyor. Kitabın ilk bölümü varolan kuramsal tartışmaya ayrılmış. Meraklısı için güzel bir özet niteliğinde bu bölüm. Takip eden bölümler ise hadiselerin tarihsel oluş sırasına göre kurgulanmış. Sadece bir bölüm bu mantığa uymuyor. Bu bölümde tek parti yönetiminin takip ettiği politikalar tartışılmış. Tek başına okunabilecek bu bölümün kitabın diğer bölümleriyle pek bir ilişkisi yok. En azından Mete Tuncay ilişki kurmaya gayret etmemiş. Kitabın sonunda oldukça uzun bir ek bölümü de var.
Tek parti yönetimi üzerine gelişen yazının temel kuramsal eksikliği Mete Tuncay'ın kitabında da devam ediyor. Atatürk ve arkadaşları neden tek parti rejimini kurdu veya devam ettirdi sorusuna cevap bulamıyorsunuz kitapta. Kitap daha çok Türkiye'de tek parti rejimi nasıl kuruldu sorusuna cevap arıyor. Mete Tuncay bunu yaparken oldukça detaylı bir tarihsel kurgu sunuyor bize. Bu süreç detaylandırıldıkça kurgunun bütünselliği kayboluyor.
Hangi aşamalardan geçilerek bir ülkede tek partinin kurulur? Bu sorunun cevabı niteliğinde soyut bir model ortaya konmadığı için tarihsel olguların kitabın ana konusu ile ilişkilendirilmesi okuyucuya kalıyor. Dolayısıyla detaylar arasında kaybolup ana konuyu unutma tehlikesi kitap boyunca mevcut.
Aslında Mete Tuncay'ın çizdiği resim oldukça basit. Tek parti yönetiminin kurulması süreci Anadolu ve Rumeli Müdafaa i Hukuk Cemiyetlerinin Cumhuriyet Halk Fırkasına dönüştürülmesi ile başlıyor. Daha sonraki süreç ise tek parti yönetimine muhalif grupların ortadan kaldırılması ve toplumsal ağlarının Fırka'nın bünyesine aktarılmasını içeriyor.
Daha önce belirttiğim üzere Mete Tuncay tartışmalarını tek parti kurulumu sürecine bağlanmıyor. Bu yüzden kitap ilk dönem cumhuriyet tarihine dair bir kitap olmaktan öteye geçemiyor. Bu açıdan değerlendirilirse Mete Tuncay'ın sunduğu detaylı tarihsel kurguya hayran olmamak elde değil. Çok ciddi ve dikkatli bir akademik çalışmanın meyvesi bu kitap.
Kitap boyunca yazarın üslübu da değişiyor. Giriş ve sonuç kısmında öz türkçeyi kullanmaya gayret edilirken, tarihsel anlatıda bu gayret gözlemlenmiyor. Dolayısıyla kitabın büyük bir kısmında osmanlıca kelimeler ağırlıkla kullanılmış. Bunun en önemli sebebi ise yazarın döneme ait kaynaklardan yaptığı alıntıları oldukça uzun tutmuş olması.
Yazarın solcu duruşu bizim için büyük bir şans. İdeolojik açıdan dönemin önemli aktörlerinden farklı düşünmesi yazarı konusuna olabildiğince objektif kılmış. Yazar kişileri ve siyasaları yerme veya övme çabasına girmeden, oldukları halleriyle yansıtmaya gayret etmiş. Dolayısıyla çocukluğumuzdan beri işittiğimiz dönemle ilgili destansı söyleme bu kitapta rastlamıyoruz.
Özellikle Atatürk'ün bir kesim tarafından yoğun bir şekilde istismar edildiği bu dönemde Mete Tuncay'ın kitabı ilk dönem cumhuriyet tarihi meraklılarının mutlaka okunması gereken bir kitap..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder