Max Weber, Emile Durkheim, Karl Marx, gibi sosyal bilimlerin en büyük kurucu babaları modernleşme sürecinde dinin ve dini kurumların insan hayatının hemen hemen her alanında etkilerini yitireceklerine inanıyorlardı. Aynı görüş 1950'lerden başlayarak akademik hayata hakim olan modernleşme kuramcılarına da miras kaldı. Bunun doğal neticesi dinin ve dinle alakalı kurum, grup ve kişiliklerin akademik ilgi alanının kıyısında kalması oldu. Konuyla alakalı yazanlar da tarihin uzun seküler yürüyüşünden oldukça emindi. 1970'lerde gittikçe daha çok göze batan ve 1979 da İran devrimiyle doruğa ulaşan dini hareketlenmeler dinin modernleşme sürecinde yok olacağına olan inancı derinden sarstı. Takip eden dönemde din ve dinle alakalı kurum, grup ve kişilikler üzerine yapılan çalışmalar her geçen yıl arttı. Bu dönemin belki de en önemli sorunsalı modernleşme karşısında dinin nasıl dayanıklı kalabildiği oldu. Akademisyenlerin ilk tepkisi dini hareketlenmenin modernleşmenin sancılarının neticesi olduğu idi. Modernleşmeden olumsuz etkilenen toplumsal gruplar dinde bir sığınak bulmuştu. Zamanla bu görüş terkedildi. Hatta yeni dini hareketlerin modernite'nin bir yüzü olduğu iddia edildi.
Benzer akademik süreç Türk modernleşmesi üzerine ortaya çıkan yazın için de geçerli. Çok uzun yıllar din ve dinle alakalı kurum, grup ve kişilikler üzerine yazmak dindar çevrelerin ilgi alanında kaldı. Tarık Zafer Tunaya Hoca'nın 1962'de yayınladığı 'İslamcılık Cereyanı' gerçekten istisna bir çalışmaydı. Türkiye'deki dini gruplar üzerine bilgi sunan derli toplu ilk eser Ruşen Çakır'ın 'Ayet ve Slogan'ı 1990 gibi oldukça geç bir tarihte yayınlandı. Şerif Mardin Hoca'nın Said Nursi üzerine yazdığı kitabın türkçe baskısı ancak ingilizcesinden 6 yıl sonra 1995 yılında geldi. Bu alanda yapılan çalışmalarla çok önemli mesafeler katedildiği muhakkak... Yine de Tunaya hoca'nın yaptığı gibi Türkiye'deki dini hareketlerinin bütünsel bir bakışla tarihi halen daha yazılmadı. Kemal Karpat hocamızın 'İslam'ın Siyasallaşması' maalesef 19. yüzyılın ötesine geçmiyor.
Kitabın isminden Elizabeth Özdalga'nın işte tam bunu bu kitapla yaptığı hissine kapılıyor insan. Türkiye'de İslamcılık hangi evrelerden geçerek bugüne geldi ve Türk devletinin gözünde bazen terörle eş değer bir tehdit arzetmeye başladı? Elizabeth Özdalga hiç kuşkusuz bu projenin altından rahatlıkla kalkabilecek bir isim...
Türkiye'deki dini hareketler üzerine yazının en önemli isimlerinden birisi Özdalga... Maalesef kitap isminin çağrıştırdığı büyüklükte bir iş çıkarmış değil. Kitap Özdalga'nın daha önce yayınladığı makalelerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş. Kitaba neden İslamcılığın Türkiye seyri ismi verilmiş hiçbir fikrim yok. Zira kitap birbirinden alakasız, birbiri ile konuşmayan, atıf bile yollamayan, bölümlere ayrıldığı gibi, hiçbir şekilde tarihsel bir analizi de içermiyor.
Kitap dört bölüme ayrılmış. İlk bölümde din olgusuna nasıl yaklaşılması gerektiğine dair kuramsal bir tartışmaya girişilmiş. Bu bölüm din olgusu üzerine çalışmak isteyenlere oldukça önemli dersler veriyor. İkinci bölüm dini hareketlerin siyasetle ilişkisi Necmettin Erbakan ve Necip Fazıl Kısakürek isimleri üzerinden tartışılmış. Yine Necip Fazıl örneğinde Müslüman aydın'ın batı karşısındaki duruşu resmedilmiş. En ilginç yazılardan birinde Özdalga başörtülü bir öğretmenin dini yaşayışı örneğinden yola çıkarak Türkiye'de sivil toplum olgusu ve yaşanan İslam'a ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor. Üçüncü bölüm örtünme konusu üzerine iki yazı ve 8 yıllık eğitim tartışması bünyesinde Türkiye'de din eğitimi üzerine bir yazıyı içeriyor. Örtünme ile ilgili yazılan ropörtajlar belki de kitabın en ilginç bilgilerini içeriyor. Dördüncü bölüm Fethullah Gülen hareketi üzerine yazılmış üç yazıdan oluşuyor. İlk yazı Fethullah Gülen'in dindarlığı üzerine bir çalışma... İkinci yazının başlığı çok çarpıcı: Fethullah Gülen hareketinde laikleşme eğilimleri. Başlık çarpıcı olmasına rağmen yapılan analiz bence konuya hakkını verememiş. Fethullah Gülen'in takipçileri misyonerlere benzetilmiş ve dışa doğru açıldıkça seküler bazı değerlerin bu takipçileri etkilediği iddia ediliyor. Bunun nesi ilginç anlamadım. Fethullah Gülen'in takipçilerinin daha önce laik olmadığı varsayımı neden doğru oluyor? Son yazı ise harekete mensup üç kadın öğretmenle yapılan roportajların özeti niteliğinde. Keşke bu roportajlar cemaat içi ilişkiler ve kadının cemaatteki yerine ilişkin daha güzel bir analiz için kullanılsaydı.
Bu bir paragraflık tasvirin Özdalga'nın kitabını tam hakkını vererek özetlediğini iddia edemem. Ama bu kadarcık bir tasvir bile kitabın konuları arasında hiçbir alakanın olmadığını göstermeye kafi... Aynı bölüm içindeki yazıların bile birbirleriyle alakasını göremedim. Kitabın Türkiye'de İslamcılığın Seyri ismini hakedecek bir derleme olmadığı kesin... Sonuçta farklı farklı zamanlarda yazarın yazmış olduğu yazıları yayınevi derlemiş ve bir araya getirmiş. Yeni olan sadece Özdalga'nın bir sayfalık sunuş yazısı. Takdir edilecektir ki o bir sayfacıkta bütün yazıları kapsayıcı ne yazabilirdi. Hiç olmazsa Özdalga her bir bölüm için yazıları toparlar mahiyette bir giriş yazsaydı.
Yazılar yabancı bir dilden Türkçeye çevrilmiş. Çeviri kitapların kaderi olsa gerek, kitabın Türkçesi inanılmaz kuru ve sıkıcı. Yine de oldukça başarılı bir çeviri. Rahatsız edici cümle düşüklüklerine hiç rastlamadım. Kelime seçimlerinde de olabildiğince dikkatli davranılmış. Kullanılan yabancı kökenli kelimeler artık kanıksanmış olanlar. Kitapta referanslar her yazının sonunda verilmiş. Yararlanılan bütün kitapları içeren daha geniş bir referans kitabın sonunda verilebilir. Yine kitabın dizini mevcut değil ki, bence çok önemli bir eksiklik.
İslamcılığın Türkiye Seyri'nin Türkiye'de dini hareketler konusunda ufkumu açtığını ve anlayışımı derinleştirdiğini maalesef iddia edemeyeceğim. Yaptıklarından çok yapamadıklarıyla yeni nesil akademisyen ve araştırmacılara ilham vereceğini sanıyorum. Mesela dini hareketlerdeki laikleşme eğilimleri bence çok ilginç bir soru. Veya bu hareketlerdeki kadınların konumları... Yine de Özdalga Türkiye'de din olgusuna soğukkanlı yaklaşması ve övme ve yerme konusunda orta yolu tutması ile yeni nesil akademisyenlere örnek olması gereken bir akademisyenimiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder