17 Şubat 2011 Perşembe

Tanıl Bora, Kemal Can, Devlet Ocak Derğah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket, 7. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2004

Ülkücü düşünce ve hareket Türk modernleşmesinin kuşkusuz en önemli parçalarından birisi... Diğer düşünce ve hareketler üzerine yapılacak her çalışma eğer söz konusu düşünce ve hareketin bu parça ile bağlantılarını iyi ortaya koymamışsa, bu parçaya gönderme yapmamışsa mutlaka eksiklikler barındıracaktır.

Devlet Ocak Derğah'ta Tanıl Bora ve Kemal Can Türk modernleşmesinin bu önemli parçasını, ülkücü hareketi, masaya yatırıyor.
Harekete dair en ufacık bir detay bile gözden kaçırılmamaya çalışılmış ve daha da önemli bu binlerce detay bilgi çok dikkatli bir bakış açısı ile genel bir hikayenin parçası olarak sunulmuş bizlere. Kitabın tarihsel bilgi açısından zenginliğini anlamak için kaynakça bölümüne bakmak yeterli. Kaynakçada ikinci el kaynak olarak nitelenebilecek kitap sayısı o kadar az ki...

Herşeyden önce ülkücü hareket milliyetçi düşüncenin bir alt şekli... Dolayısıyla Türkiye'de milliyetçi düşüncenin doğuşu ve gelişiminden bağımsız ele alınamaz. O yüzden tarihsel olarak ülkücü hareketin başlangıcı 19.yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarına götürülebilirdi. Fakat Tanıl Bora ve Kemal Can bence isabetli bir kararla ülkücü hareketin başlangıcı olarak 1948 tarihini alıyor. Hareketin tarihi düşünsel boyutta ele alınsaydı belki bu yanlış bir başlangıç olurdu. Zira yeni cumhuriyet yöneticilerinde ülkücü sayılabilecek eğilimler vardı. Fakat o haliyle ülkücü hareket toplumsal bir hareket değildi. Eski tabirle 'kuvveden fiile' geçiş 1948 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin kuruluşu ile oldu. 1960 ihtilalinin güçlü subaylarından Alparslan Türkeş'in 1965 yılında partinin liderliğini ele geçirmesi ile parti tam olarak ülkücü yola giriyordu.

Kitabın ilk bölümü ülkücü düşüncenin 1980 evvelini ele alıyor. Bu dönem aslında kitabın ana konusu içerisinde değil. Kitap daha çok 1980 sonrası ülkücü hareketin geçirdiği süreçleri ele alıyor. Yine de 1980 sonrasındaki dönüşümler 1980 öncesinin hareketinin insan malzemesi, örğüt yapısı ve iktidar stratejisi ortaya konmadan anlaşılamaz. İlk bölüm işte tam olarak bunu yapıyor.

İkinci bölüm 12 Eylül'ü ve hareketin içine düştüğü durumu anlatıyor. 1980 öncesinde komünistlere karşı devleti korumayı kendilerine görev biçen, devleti sürekli kutsayan bir söyleme sahip bu hareketin devletin kendisinden gördüğü bu ağır darbeyi nasıl algıladığı bu bölümde ele alınıyor.

Üçüncü bölüm ülkücü hareketin 12 Eylül darbesine yaklaşımını etkileyen en önemli değişimi masaya yatırıyor. Aydınlar Ocağı'nın etkisiyle Türk devletinin 'Türk-İslam sentezi'ni benimsemesini... Aslında bu ülkücü hareketin önemli bir bölümünün yıllardır savunduğu bir sentezdi... Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman... Şimdi aynı düşünce Türk devletinin resmi görüşü oluyordu. Ülkücüler zindandaydı, ama fikirleri iktidardaydı.

Dördüncü bölümden sekinci bölüme kadar ki bölümler, 1983 sonrası dönemde ülkücü hareketin hangi düzlemlerde bölündüğünün ve birlik beraberliğini kaybettiğinin hikayesi...

Birinci bölünme, siyasal düzlemde yaşanıyor. Ülkücü hareket Muhafazakar Partı ve Milliyetçi Çalışma Partisi etrafında yeniden örgütlenirken, geçiş döneminde ülkücülerin önemli bir kısmı da Anavatan Partisi'ne geçiyor.

İkinci bölünme söylem düzleminde yaşanıyor. Bir kısım ülkücüler eski devletçi-muhafazakar söylemi devam ettirirken, bir kısmı sol söylemi, bir kısmı ise islami söylemi ülkücü söyleme eklemliyor.

Üçüncü bölünme ülkücü hareketin şiddete bulaşmış bir kısmının mafyalaşması ile oluyor. Ülkücü hareket ile mafya arasındaki ilişkiler aslında 1980 öncesi döneme uzanıyor. 12 Eylül sadece bu süreci hızlandırıyor. Yaşanan ülkücü baba enflasyonu aslında sonunda habercisi...

Dokuzuncu bölüm Milliyetçi Çalışma Partisi'nin toparlanma sürecini ele alıyor. Bu toparlanma süreci aslında bahsi geçen bölünmelerinde tedavi edilmesi ile başbaşa giden bir süreç. Onuncu bölüm 1980 sonrasında güçlenen islami hareketle ülkücü hareket arasındaki ilişkileri ele alıyor. Bu ilişki gittikçe artan bir oranda İslami hayat tarzının ülkücü tabanda yayılması arka planında gerçekleşiyor. Dolayısıyla islami hareket ve ülkücü hareket ikircikli bir ilişki içine düşüyorlar.

On birinci bölüm söz konusu dönemde gerçekleşen uluslararası olaylara karşı ülkücü hareketin takındığı tavrı ele alıyor. Dış Türklerin tekrar Türk gündemine girmesi ile ülkücü hareketi tekrar pan-türkist renklere bürünmesi bu bölümde ele alınıyor. Son bölüm ülkücü hareketin söz konusu dönemde geçirdiği dönüşümü göstermesi açısından sol-komünist hareketlere ve kürtlere karşı tutumunu tartışıyor.

Bu kadar farklı konuları bir ciltte kavramaya çalışan bu kitabın en önemli eksikliği de zaten burada yatıyor. Örneğin ülkücü mafya konusu bile tek başına bir kitap konusu olabilecek bir konu... Bu yüzden yakın Türkiye tarihini araştıracaklar için bu kitap önemli bir giriş niteliğinde...

Diğer önemli bir eksiklik ülkücü hareketin daha geniş faşist hareket içerisindeki yerinin tartışılmaması... Bu eksiklik Ömer Laçiner'ın yazdığı önsöz'le kapatılmaya çalışılmış. Yine de bu kapamanın çok başarılı olduğunu söylemek zor. Laçiner'in tartışması oldukça soyut boyutlarda kalıyor. Faşizm'in Türkiye örneğine, ülkücü harekete, göndermeler çok sınırlı... Buradan Laçiner'in yazısının eksik olduğu düşünülmesin. Tam tersi, Laçiner'in denemesi Faşism'i düşünce ve toplumsal haraket boyutlarında başarılı bir şekilde kavrıyor. Eleştirdiğim nokta bu yazı ile kitabın geri kalanının birbiri ile konuşmuyor olması.

Kitabın Türkçesine ilişkin bir fikir vermesi açısından şu alıntı herşeyi söylüyor. 'Dikkatleri salt doktriner, kitabi faşizm tahlillerinde veya konspiratif provokasyon araştırmalarında yoğunlaştırmanın, gerçekliğin her düzeyini bu soyutlamalarla açıklamaya kalkmanın bilinci, bilgileri –giderek tavırları- eksikli ve sağlıksız kılan bir etkisi olduğu kanısındayız.' 'Angaje, statüko, demagojik, kollektif, fundamentalist... ve daha niceleri... Yani Tanıl Bora ve Kemal Can'ın kitaplarını kaleme alırken kullandıkları kelimelerin Türkçe olması için en ufacık bir gayret gösterdiklerine dair bir göstergeye rastlamıyorsunuz. Bu kadar güçlü iki zeka keşke bu konuda biraz daha dikkatli olsalar...

Bu 600 sayfalık dev hacimli kitap, inceden inceye işlenmiş, el emeği göz nuru ile dokunmuş bir kilime benziyor. Her araştırmacıyı imrendirecek bir gayretin cisimleşmiş hali bu kitap. Yazarlardan benzer çalışmaları merakla bekliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder