Müzik... belki de bir toplumun deneyimlerini, acılarını, sevinçlerini en iyi yansıtan ayna.... Milletimizin birinci dünya savaşında kaybettiği evlatlarının acısını 'çanakkale içinde vurdular beni' veya 'burası muştur' türkülerinden daha iyi ne anlatabilir? Benzer şekilde arabesk müziği de bir milletin deneyimlerini, acılarını, sevinçlerini yansıtır.
1950'lerden itibaren artarak devam eden köyden şehre göç olayının bağrında doğmuştur arabesk. 'Arabesk, şehir için şehirli müziktir. Yalnızlığa, kötü sona mahkum aşıkların, karışık, çalkantılı duygu dünyalarını resmeder. Fakir göçmen işçilerin sömürüldüğü, kötü işlerde kullanıldığı, gün geçtikçe bozulan bir şehri tanımlar ve dinleyenlerini, bir bardak daha rakı doldurmaya, bir sigara daha yakmaya, kaderlerine ve dünyaya lanet okumaya çağırır.'
Arabesk, halk müziği, sanat müziği, tasavvuf müziği kadar bu milletin bir parçası olmasına rağmen, aynı muameleyi hiç görmedi. Hemen hemen her akşam televizyonda gördüğümüz, yeter artık görmesek diyecek kadar alıştığımız İbrahim Tatlıses'in bir zamanlar televizyon yasağı vardı. Bunun sebebi ise icra ettiği müziğin arabesk olmasıydı. Bu yasak o dönemi yaşayıp görmüşlere şimdi mutlaka garip ve anlamsız geliyordur. Ama halen daha bir çok insana garip ve anlamsız gelmeyen şeyler de oldu geçmişte. Arabesk icra eden ve arabesk dinleyenlere aşağılayıcı sıfatlar kullanıldı. Halen daha kullanılıyor.
Benim hiç unutmadığım bir olayda bir arkadaşım şöyle demişti bana: 'Senin kadar entellektüel bir insanın nasıl arabesk dinlediğini anlamıyorum.' Eski arabesk sanatçılarından Küçük Emrah veya Özcan Deniz'in giyim kuşamlarından yaptıkları müziğe kadar geçirdikleri dönüşümleri bu ortamda değerlendirmek gerekir bence. İbrahim Tatlıses'in yeter artık deyip, arabeski savunduğu bir şarkısının olduğunu biliyor musunuz? 'Sevdanın yolu, dertlerin sonu, mutluluk dolu, Arabesk... Hasretlere, sevgilere, ümitlere, Arabesk...'
Arabesk müziğin yukarıda aktardığım tasvirini yapan kişi bir Türk değil... 'Türkiye'de Arabesk Olayı' isimli kitabın yazarı Martin Stokes'un bizzat kendisi... Daha kitabının bu ilk cümlesiyle Martin Stokes'un beni etkilediğini söylemeliyim. Tamamen yabancı olduğu bir toplumun müziğini bu kadar özlü, bir o kadarda edebi ifadelerle anlatabilmesinden etkilenmemek mümkün değildi.
Martin Stokes'un doktora tezi olan bu kitap ilk olarak 1992'de Oxford Universitesi yayınları tarafından basılıyor. Doktora öğrencisi olarak geldiği İstanbul'da ilk olarak halk müziği öğrenmeye başlıyor. Bu süreçte arabesk'e karşı yapılan olumsuz göndermeler Stokes'un ilgisini arabesk'e yönlendiriyor. Kitabının ingilizce başlığı 'the arabesk debate.' Aslında kitabın ana konusu bu başlık kelime kelime çevrilseydi daha doğru yansıtılırdı. Zira kitap gerçekten arabesk etrafında dönen tartışmayı tarihsel olarak konumlandırıyor ve anlamamıza yardımcı oluyor.
Stokes'a göre tartışmanın kaynağında Cumhuriyet dönemi Türk devletinin takip ettiği modernleşme projesi yatıyor. Müzik alanında takip edilen siyasalar bu projeknin sadece bir parçası... Ziya Gökalp'in görüşleri bu alanda belirleyici oluyor. Doğu müziğinin hastalıklı olarak tanımlanıyor ve Batı müziğinin ise medeniyeti temsil ettiği öne sürülüyordu. O halde yapılması gereken Türk halk müziğinin Batılı müzik kalıbına sokulmasıydı. Kitabın ikinci bölümü Türk devletinin müzik siyasasının tartışılmasına ayrılmış. Üçüncü bölümde ise, bu siyasa doğrultusunda Türk halk müziğinin yeniden inşasını ele alıyor. Bu iki bölüm arkaplanında arabesk'in Türk devleti ve rejimi ile onun yılmaz bekçileri için neden sorun olduğu daha anlaşılır hale geliyor.
Dördüncü bölümde arabesk müziğinin ortaya çıkışını hazırlayan toplumsal değişimler tartışılıyor. Köyden şehre göç, beraberinde gelen gecekondulaşma bu müziğin tüketicisini ortaya çıkartıyor. Bu bölümde ayrıca arabesk müziğe yöneltilen suçlamalar özetleniyor. Arap müziğine benzemesi, ki arabesk arabesque kelimesinin türkçeleşmiş hali ve kaderciliğe yönlendirmesi en çok bilinen suçlamalar. Arabesk müzisyenleri ve dinleyicileri de bu bölüme konuk olmuş. Diğer bir deyişle bu bölüm kitabın belki de en önemli bölümü. Beşinci bölüm arabesk şarkılarının içeriğine ayrılmış. Şarkıların ana konuları çeşitli örneklerle bu bölümde açıklanıyor. Altıncı bölümde Arabesk müzik tekniği açısından ele alınıyor. Makamlar, kullanılan müzik aletleri, ve sanat müziği ile karşılaştırmalar bu bölümde inceleniyor. Yedinci bölüm ise çok ilginç bir konuya, arabesk ile tasavvuf ilişkisine ayrılmış. Bölüm tasavvuf müziğinin ve dansının nispeten geniş bir tartışması ile başlıyor ve bunların arabesk müziğini nasıl etkilemiş olabileceğine dair gözlemlerle bitiyor.
Arabesk müzik üzerine yapılmış bu enfes çalışma tabi ki arabesk müzikle alakalı tartışmalara son noktayı koymuyor. Özellikle tasavvuf müziği ile arabesk arasındaki ilişkiler daha etraflı çalışmaları bekliyor. Stokes'un Türk modernleşmesini yorumlaması klasik okumaların önüne geçmiyor. Biz geçebildik mi, o geçebilsin diye sorulabilir? Ama ileride Türk resmi tarihine aykırı tarih tezleri üretildiğinde aynı çalışmayı o aykırı tezler eşliğinde yapmak oldukça heyecan verici bir çalışma olacaktır. Ayrıca arabesk müziğine gösterilen tepkinin etnik ve sosyo-ekonomik yönünün olduğunu düşünüyorum. Olay salt Türk devlet siyasasına indigenemez. İşin içerisine önyargılarımız, Osmanlı'dan miras aydın ve aydıncıklarımızın halktan kopukluğu ve elitizm-severliği, belki de gizli gizli ırkçılığımız da dahil oluyor.
Kitap ingilizce'den tercüme edilmiş. Fakat hiç tercüme gibi durmuyor. Oldukça başarılı bir tercüme olmuş. Keşke çevirmen Türkçe kelime kullanımında daha fazla hassasiyet gösterseydi. Popüler kelimesine mutlaka Türkçe bir karşılık bulunmalı... Enstrümental, terminoloji, metaforik, konfigürasyonu, armonik gibi kelimeler daha dikkatli tercüme edilseydi.
Kitabın ilk cümlesinden çok etkilendiğimi belirtmiştim. Aynı etkilenme kitap boyunca da devam etti. Arabesk'in hüzünlü dünyasında akademik bir yolculuk için bu kitabı mutlaka okuyun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder