AKP iktidarı yıkılıp gittiğinde arkasında, ahlaki çöküş başta, büyük hasar bırakacak kuşkusuz.. Ama, Türkiye’ye pozitif katkıları da oldu. Alıp götürdükleri yanında bunlar ne kadar değerli bilemem tabi. Bence bu katkılardan birisi, ‘Türkiye’de Muhafazakarlık’ konusunu akademik ve entellektüel tartışmaya sokması...
Malum, AKP siyasete atıldığında kendisini ‘muhafazakar demokrat’ parti olarak nitelemişti. Siyaset felsefesine çok da aşina olmayan benim gibiler ‘muhafazakarlığı’ ‘dindarlık’ olarak anladık. Halen daha doğru anladığımızı düşünüyorum. Zira aslında olan kendini hiçbir zaman dürüstçe ifade etmesine izin verilmeyen İslamcıların defalarca uyguladığı aynı taktiği bir kez daha hayata geçirmeleriydi. Toplumu veya birilerini kuşkuya sevkedecek davranış ve söylemlerden kaçınma... Dindar veya İslamcı diyemeyeceklerine göre...
Ama aynı kelime siyaset felsefesinde bir duruşu da ifade ediyordu. Bu duruşun adı da tam olarak ‘Muhafazakarlık’tı. AKP’nin siyasal duruşu işte bu siyasal felsefi duruşla ne kadar örtüşüyordu? Bu soruyu ilginç kılan tabi ki AKP’nin Türkiye’deki İslamcılık akımının içinde neşet etmesi idi. Diğer bir deyişle, asıl soru, İslamcılık-Muhafazakarlık ilişkisinin ne olduğu idi.
Aslında sorunun cevabından gayet emindik: Tanıl Bora’nın ifadesi ile, Türkiye’de İslamcılık ve Muhafazakarlık Türk Sağı’nın üç halinden ikisi idi. Üçüncüsü Milliyetçilik idi. Dolayısıyla, İslamcılık ile Muhafazakarlık birbirisi ile sıkı bağları vardı. Ama neydi o bağlar? Tanıl Bora kitabında bu soruyu irdelememişti. İslamcılık konusuna ayırdığı bölümde daha çok İslamcılık-Milliyetçilik ilişkisi üzerinde duruyordu (1). Bu tespit yol gösterici olsa da, İslamcılık ve Muhafazakarlık arasındaki ilişkinin içeriğine dair çok fazla birşey söylemiyordu.
İslamcılık ve Muhafazakarlık arasında olduğuna inandığımız, fakat mahiyetini tam olarak bilmediğimiz ilişki Yasin Aktay tarafından da o çok önemli makalesinde kabul edilecekti (2). Aktay’a göre bu ilişkinin olmasının en önemli sebebi Türkiye’deki devletin İslamcılık-karşıtı sert tutumu idi. Muhafazakarlık, Türkiye’de varolan düşmanca ortamda, İslamcılık’a kendini ifade edebileceği meşru bir dil vermişti.
Halbuki, ikili kökenleri itibariyle aslında bir araya gelemeyecek iki düşünce akımı olarak gelişmelilerdi, ki Yasin Aktay da aslında bunu not ediyor. Türkiye’ye özgü koşullar ikiliyi bir araya getirmişti. Çok değil daha 13-14 yıl önce, AKP kurulduğunda da, halen daha o koşullar devam ediyordu.
Tahminimden çok daha uzun bir giriş oldu bu... Ama Fırat Mollaer’in kitabının önemini yeterince vurgulayabilmem için gerekliydi. ‘Muhafazakarlığın İki Yüzü’ aslında bu konu üzerine değil... ama İslamcılık ve Muhafazakarlık’ın çıkış noktaları itibariyle neden birbirinden çok farklı, hatta zıt düşünce akımları olduğu bu kitabın yaptığından daha iyi anlatılamazdı. O yüzden Mollaer’in kitabı Türkiye’de İslamcılık çalışacaklar için bir başucu kitabı olmalı...
Şimdi kitabın genel bir özetini verebilirim. Kitap giriş bölümüne ek olarak üçer üçer bölünerek iki kısıma ayrılmış altı bölümden oluşuyor.
Birinci kısım bir ideoloji olarak ‘Muhafazakarlık’ üzerine... Yazar üç bölüme ayrılan bu kısımda ‘Muhafazakarlık’ı çok sayıda farklı cephelerden yaklaşarak tanıtıyor. Birinci bölüm ‘Muhafazakarlık’ı daha geniş ideolojiler ve düşünce gelenekleri karşısında konumlandırıyor. İkinci bölüm ‘Muhafazakarlık’ın toplumsal hayatın düzenlenmesinde insan aklına biçtiği konumu ele alıyor. Üçüncü bölüm ise ‘Muhafazakarlık’ı sıklıkla kullandığı politik imgeler ve karşı imgeler üzerinden tanıtıyor. Bu çok geniş ve bir o kadar da zengin tartışmaları içeren üç bölümü buradan özetlemem hemen hemen imkansız... Sadece bir iki önemli noktanın altını çizmek istiyorum.
‘Muhafazakarlık’ modernleşme karşıtı bir duruşa tekabül etmiyor. Daha çok modernleşmenin hızının ne olmasına dair varolan ideolojilerden farklı bir duruş sergiliyor. Şöyle demek daha doğru... Varolan bütün ideolojiler modernleşmenin hızı ne olmalı sorusu ile aslında hemen hemen hiç ilgilenmemiş gibi duruyor. İnsan aklına atfedilen ‘kuruculuk’ vasfı ile ise, mümkünse hemen... ve olabildiğince hızlı olmalı, cevabını vermeleri bir anlamda doğal netice. ‘Kuruculuk’ vasfı ile kastedilen insan aklının siyaset, toplum veya ekonominin en ideal halini kurgulayabileceği ve bunu hayata geçirebileceği...
‘Muhafazakarlık’ insan aklına böyle bir ‘kuruculuk’ vasfı vermiyor. Yani, o an varolan toplum, siyaset veya ekonomi sıfırdan kurulamaz, kurulmamalı... binlerce yıllık insan tecrübesinin ürünü olan varolan’a insan aklı daha fazla saygı göstermeli... Aklının yanında kalbini de dinlemeli... Mühendis gibi değil... Bir bahçıvan gibi yaklaşmalı...
Bu yüzden Muhafazakarlık modernleşmenin aheste gitmesi gerektiğini savunur. Varolan’ı yoketme değil, kendiliğinden dönüşmesine fırsat verme... Bu kendiliğinden değişimi savunma ile Muhafazakarlığı Liberalizm’e yaklaştırır. Liberalizm’in savunduğu serbest piyasa ekonomisinin gizli bir el tarafından yönetiliyor olması... ve kendiliğinden dengeye ulaşıyor olması... Muhafazakarlığın toplum, ekonomi ve siyaset tahayyülü ile birebir örtüşür.
Fırat Mollaer’in titizlikle gözlemlediği gibi, Muhafazakarlığın ‘değişim’le alakalı bu duruşuna eklemli başka bir yönü daha vardır. Bu yön de, Muhafazakarlığın varolan hiyerarşik yapıları, ki bu yapılar oldukça eşitsiz toplumsal, ekonomik ve siyasal kurum ve pratikleri içerebilir, sorgulamamasıdır.
Kitabın ikinci kısımı Türk Muhafazakarlığı üzerine... Kısmın ilk, kitabın dördüncü bölümü uzun yıllar sosyal bilimlerde hakim olmuş modernleşme paradigmasını sorguluyor. Özellikle söz konusu paradigmanın ikili karşıtlıklar üzerine kurgulanmasını ele alıyor ki, modern-gelenek bu ikili karşıtlıklardan en meşhurudur. Bölümün temel iddiası ‘gelenek’in ‘modern’in karşıtı olarak kurgulanmaması gerektiği... Yazar aynı iddiayı Türk modernleşmesini tartıştığı alt-bölümde de dile getiriyor. Tabi bu tartışmanın kitaptaki haliyle sınırlı kaçtığını, daha detaylandırılması gerektiğini not etmeliyim.
Kısmın ikinci, kitabın beşinci bölümü ise, bu kitap-yorumunun başında değindiğim noktayı detayıyla tartışıyor. Yani, İslamcılık, Batıcılık ve Muhafazakarlıkla bu bölümde karşılaştırılıyor. Fırat Mollaer’in akademik anlamda belki de en orijinal katkısını da bu bölümde yapıyor. Ve zannettiğimizin tam aksine, Mollaer, varolan’ın eleştirisi ve yeni bir düzen kurulması noktasındaki duruşu itibariyle İslamcılık’ın Batıcılık’a daha yakın olduğunu oldukça ikna edici bir şekilde gösteriyor. Muhafazakarlık ve İslamcılık arasında başka gerginlik noktaları da mevcut... Mollaer bunları büyük bir titizlikle not ediyor. Mesela, Muhafazakarlık Türklerin asırlar boyunca geliştirdikleri, bidat veya hurafe dolu İslam’ı savunmasına karşın, İslamcılık ise bu varolan İslam’a karşı daha ‘otantik’ bir İslam’ı savunuyor.
Kısmın ve kitabın son bölümünde, Fırat Mollaer Baran Dural’ın Başkaldırı ve Uyum: Türk Muhafazakarlığı ve Nurettin Topçu isimli kitabının özetini ve geniş bir eleştirisini yapıyor. Aslında kitabın insicamını oldukça bozan bir tartışma bu... ama yine de önemli bir tartışma... Zira bu bölümde Mollaer, Türk modernleşmesi ve Türk Muhafazakarlığı üzerine Türkiye’de akademik çevrelerde bile yaygın olan yanlış anlaşılmaları not etmek ve düzeltme fırsatı yakılıyor. Bir anlamda bu bölüm kitabın oldukça dinamik bir özeti...
Beşinci bölümde tartışılan İslamcılık Cumhuriyet-öncesi dönemin İslamcılığı... Cumhuriyet döneminde İslamcılığın Muhafazakarlığa kaymasını ise Fırat Mollaer ne yazıkki sorunsallaştırmıyor. Zira bu kayma bence halen daha detaylandırılmayı bekleyen bir konu... Yasin Aktay’ın konu ile alakalı makalesi kuşkusuz ufuk açıcı... ama çok daha fazla detaya muhtaç....
Umarım Fırat Mollaer bir sonraki kitabını bu konuya hasreder. Not etmeliyim. Yazarın yayınlanmış iki kitabı daha var. Ama bu iki kitabı daha okumadım. Belki de bu konuyu o kitaplarında ele alıyordur. Onları okuduktan sonra bu bölümü değiştiririm.
(1) Tanıl Bora, Türk Sağı’nın Üç Hali, İletişim Yayınları, 1998.
(2) Yasin Aktay, “İslamcılıktaki Muhafazakar Bakiye,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Muhafazakarlık içinde, İletişim Yayınları, 2003.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder