19. Yüzyıl vahşi kapitalizmin ve emperyalizmin altın çağıdır. Batılı devletler bu yüzyıla kadar dünyanın ‘devletsiz’ olarak niteleyebileceğimiz önemli bir kısmını, kapitalizmin hammadde kaynaklarına olan sınırsız iştihasını tatmin etmek üzere işgal ve talan etmişti. 19. yüzyılda ise Batılı Devletler dikkatlerini Osmanlı’dan Çin’e eski dünyanın ‘devletli’ bölgelerine çevirdi. Bu küresel işgal ve sömürü hareketi karşısında Hindistan boyun eğdi. Çin’in çabaları başarısızlıkla bitti ve 20. Yüzyılın başında iç savaşa sürüklendi. Etyopya, İran ve Afganistan gibi devletler bağımsızlıklarını korudular, fakat bunu daha çok tarihi ve coğrafi talihlerine borçlu oldular. Sadece Japonya ve Osmanlı İmparatorluğu Batı devletlerinin işgal ve talanına aktif direniş göstermiş ve bağımsızlıklarını koruma adına Batılı modelde devlet inşası programlarını başlatmışlardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun işi hiç kuşkusuz çok daha zordu. Coğrafi olarak Batılı devletlere çok daha yakındı. Etnik ve dini yapısı çok daha karmaşıktı. Ve çok daha geniş bir alana yayılmıştı. Nitekim 19. Yüzyıl boyunca toprak kayıpları birbiri ardına geldi. Bu kayıplar sadece Batılı devletlerin doğrudan işgali sonucu olmadı, etnik-dini milliyetçi hareketlerin isyanları da Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak kopardı. 19. Yüzyılın başında Sırplar ve Rumlar ile başlayan etnik-dini isyanlar zinciri 1. Dünya Savaşı’nda Arapların isyanı ile İmparatorluğu hemen hemen Türkiye’nin bugünkü sınırlarına kadar geriletti.
Bu uzun 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu için Batılılar ‘hasta adam’ tabirini kullanırlar. Bu yanlış bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu bu yüzyılda daha çok çıktığı her karşılaşmada dövülen, ama herşeye rağmen bir sonraki karşılaşma için yine mucizevi bir hırs ve inatla hazırlanan bir boksör’e benzer...
Neticede bu boksör son girdiği karşılaşmada da, gösterdiği olağanüstü performansa rağmen, yenilir. Fakat geriye çok önemli bir miras bırakır. O miras ‘modern devlet’tir. Anadolu’nun Batı’nın işgal ve talanı karşısında duruşunun destansı hikayesinin biricik meyvesidir ‘modern devlet...’ Bu miras ile Osmanlı bakiyesi subaylar Yunan ve Ermeni işgaline karşı durabildiler ve bu millete dayatılan Sevr’i Lozan’la değiştirebildiler.
Modern devletin en temel özelliği kendi kolluk kuvvetlerinin haricinde bütün grupları silahlarından arındırmasıdır. Modern devletin ilk doğuş yeri olan Batı’da da bu böyle olmuştur, Japonya’da da... Osmanlı İmparatorluğu da benzer şekilde Yeniçerileri ve Ayan ailelerinin özel milislerini ortadan kaldırarak işe başlamıştır. Kurtuluş Savaşı bittiğinde bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarını oluşturan bölgelerde sadece tek bir grup silahsızlandırılmamış halde idi. Bu grup Kürt Aşiretleri idi.
1925 yılında başlayan Şeyh Said isyanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt aşiretlerini silahsızlandırması girişimine tepki olarak başlamadı. Bu isyan milliyetçi bir hareketti ve Kürtlerin kendi devletlerini kurma gayesi güdüyordu. Fakat hiç kuşku yok ki, T.C devletinin ajandasına Kürt aşiretlerinin silahsızlandırılması maddesini bir daha çıkmamak üzere koydu. Takip eden 14 yıl boyunca Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgeler isyan bölgesi oldu ve devlet bütün askeri gücünü kullanarak Kürt Aşiretlerini silahsızlandırdı. Dersim bölgesinin silahlı Alevi Kürt Aşiretleri de Türk ordusunun 1937 yılında başlattığı hareketla başarılı bir şekilde silahsızlandırıldılar.
Peki bu silahsızlandırma tam olarak nasıl oldu? Gürdoğan’ların Dersim’in Kayıp Kızları isimli çok kıymetli çalışması bu sürece dair paha biçilmez bilgiler sunuyor. Kitap 50 küsür mülakat ve bir de giriş yazısından oluşuyor. Mülakatlar yazarların Dersim’in Kayıp Kızları olarak isimlendirdiği artık ömürlerinin son demlerini yaşayan kadınlarla yapılmış. Peki kim bu kadınlar?
Kitaptaki hayat hikayelerinden öğrendiklerimize göre, Dersim’in Kürt Aşiretleri silahsızlandırılırken Türk ordusu sadece aşiretlerin silahlı erkeklerine karşı askeri harekat düzenlemiyor. Aynı zamanda kadın, çoçuk ve yaşlı bütün Dersimlilere karşı bir askeri operasyon düzenleniyor. Uçaklardan atılan bombalarla desteklenen bu operasyon tam anlamıyla bir katliama dönüşüyor. Sivillere yönelik katliam tam hitama ermeden o zaman Genel Kurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak’ın müdahelesi ile yarıda kalıyor.
Katliamdan sağ kalanlar ailecek Türklerin yoğun olduğu bölgelere sürülüyor. Bütün ailesini kaybetmiş kız ve erkek çocukları ise Türk ailelerine veriliyor. Kitapta mülakatları verilen kişiler işte bu katliamdan kurtulmuş, ailesini kaybettiği için de Türk ailelere verilen kızlar... Her bir mülakat bu kızların katliamla alakalı hatırladıklarını ve sonraki hayat hikayelerini anlatıyor.
50 küsür hikaye farklı farklı kişileri anlatıyorsa da aldanmamak lazım. Aslında hepsinin trajedisi ortak... bu trajediyi tarif etmek de o kadar zor ki... Ana yok, baba yok, kardeş yok... amca yok, dayı yok, hala yok... Sürekli bir kimsesizlik hali... Ve bu kimsesizliğin yarattığı eziklik... korkaklık hali... bir güvercin tedirginliği ile yaşanan ve biten bir hayatlar...
Yakın tarihimizin en utanç verici bu hadisesine dikkatlerimize çeviren bu çalışma alternatif tarih yazımına çok önemli bir katkı sağlayacaktır hiç kuşkusuz... Öte yandan kitap daha iyi kurgulanabilirdi diye düşünüyorum.
Kitabın giriş bölümü mülakatlardan Dersim katliamına ilişkin yapılabilecek çıkarımların güzel bir özeti olmuş. Fakat giriş bölümü daha da geliştirilebilirdi. Mesela Dersim harekatına ilişkin daha geniş çaplı bir tarihsel arkaplan sunulabilirdi. Dersim katliamı tarihsel ve siyasi bir boşluk içinde olmadı. Bu yorumun başlangıcında anlattığım arkaplanda oldu.
Dersim bölgesi Ankara Hükümetine ilk isyan eden Kürt bölgelerinden birisi aslında... Şeyh Said’den önce 1921 yılında Koçgiri ayaklanması var... Bu ayaklanmadan 1937 yılına kadar gelinen süreçte neler oldu? Dersimli Kürt Alevi aşiretlerinin Şeyh Said’le başlayan Sünni Kürt aşiretlerinin isyanı karşısında duruşları nasıl oldu? Sorular çoğaltılabilir. Kısaca ifade etmek istediğim şey, daha zengin bir tarihsel arkaplanla kitap Dersim Katliamı’ını daha iyi anlamlandırmamıza yardımcı olurdu.
Ayrıca mülakatlarda bir çok yer ve aşiret ismi geçiyor. Yer isimleri ve aşiretlere dair de kitapta bir kaynakçaya veya haritaya rastlamadım. Halbuki okuyucunun mülakatları takip edebilmesi ve yaşananları daha kolay hayal edebilmesi için bir kaynakça veya harita çok faydalı olabilirdi.
Yazarların konu ile alakalı çalışmalarına devam etmelerini ve bu karanlıkta kalmış hadiseyi daha da aydınlatmalarını ümit ediyorum. Dersim’in Masum Kızları’ndan da bu dünyada insani, öbür dünyada da ilahi adalet diliyorum.
Memory Studies denilen disiplinin Türkiyede geliştirilmesine çok ihtiyaç var. Bunu özellikle sivil kuruluşlar desteklemeliler çünkü bu disiplin alternatif olana, görmezden gelinene, hatta unutturulmaya çalışılanlara talip. Şu anda bildiğim kadarıyla yalnızca Sabancı Üniversitesinde bu işle ilgilenen bir hoca var.
YanıtlaSilKitap seçiminiz ve yorumunuz için teşekkürler,