Osmanlı/Türk modernleşmesi yazınında hakim görüş modernleşmenin dini toplumsal hayatın dışına atma çabası olduğudur. Nitekim Niyazi Berkes'in bu alandaki klasik eseri, Türkiye'de Çağdaşlaşma'nın ingilizce aslı Türkiye'de Sekülerleşmenin Gelişimi (The Development of Secularism in Turkey)'dir. Bernard Lewis'in Modern Türkiye'nin Doğuşu da Osmanlı/Türk modernleşmesi sekülerleşme süreci etrafında kurgular. İlginçtir ki, Berkes-Lewis kurgusu hemen hemen Türkiye'de her kesim, İslamcı olsun, Kemalist olsun, tarafından kabul edilmiştir. Süreç sonucunda din, devlet, siyaset, ekonomi ve diğer alanlardan dışlanmış, vicdanlara hapsedilmiştir. Türkiye'de İslamcı söylem bu kurgunun bir adım ötesine gidip, özellikle Cumhuriyet döneminde amacın dinin vicdanlardan da atılması olduğunu öne sürer.
Bu klasik kurguyu te'yid eden en önemli örnek kuşkusuz Bediüzzaman Said Nursi örneğidir. Osmanlı'nın son döneminin bu hırçın İslamcısının, Cumhuriyet döneminde hapis hapis, mahkeme mahkeme, belde belde sürülmesi tek parti iktidarının dini bastırmasının mükemmel bir örneği olarak karşımıza sunulur. Said Nursi'nin bizzat kendisinin de bu resme önemli katkılarda bulunduğuna şüphe yoktur. Said Nursi Cumhuriyet ilan edildiğinde, 50 yaşlarında, evlenmemiş ve daha yaşayacak 37 yılı olan birisiydi. Demokrat Parti dönemi dahil, bu 37 yılı ne açıdan bakılırsa bakılsın rejimin uygulamaları tarafından harcandı. Bundan dolayı birilerine kızgın/kırgın olması, bütün bunların onun başına neden geldiğini, hayatını manalandırmaya çalışması gayet doğaldır, insanidir. Doğal olmayan, olmaması gereken, bu oldukça şahsi okumanın üzerine tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin yakın Türkiye tarihini kurgulamalarıdır.
Kuşkusuz ki, Said Nursi'nin hayatı bize Osmanlı/Türk modernleşmesi ve din ilişkisine dair önemli ipuçları sağlar. Şerif Mardin'in Bediüzzaman Said Nursi Olayı bu iddianın en ikna edici delili olsa gerek. Öte yandan Said Nursi'nin hayatı bilinmezliklerle doludur. Birazda bu yüzden, hayatından bölük pörçük alıntılar yukarıda özetlediğim klasik kurgu için mükemmel veriler sunabilir. Hayat hikayesine kaynak olacak eser, Tarihçe-i Hayat şahsından daha çok eserlerini nazara verir. Sadık takipçilerinin yazdıkları biyografik çalışmalar menkıbe ile gerçekleri birbirine karıştırır. Bu yüzden bu hayat hikayeleri faydalı olsalar da, konu ile alakalı tarih ve sosyal bilimler çalışmalarında dikkatlice kullanılmazlarsa yanıltıcı olabilir.
Cemalettin Canlı ve Yusuf Kenan Beysülen'in araştırmacılık örneği çalışması Zaman İçinde Bediüzzaman bu eksikliği önemli ölçüde gideriyor. Said Nursi'nin hayatı çocukluğundan ölümüne büyük bir titizlikle yeniden kurgulanmış bu kitapta. Belgelerin sustuğu yerde, iki yazar oldukça makul akıl yürütmelerle Said Nursi'nin hayat hikayesini dolduruyor ve gözlerimizin önüne seriyor.
Din adamları, özellikle Said Nursi gibi efsane bir isim, takipçilerinin kaleminde insanüstü bir varlık haline dönüşür. Eserleri de zaman ve mekandan bağımsızlaşır. Bu yüzden söz konusu kişiyi anlamak zorlaşır. Canlı ve Beysülen'in kurguladığı hayat hikayesinde ise, Said Nursi ile daha çok empati kurabildim, onu daha iyi anlayabildim. Çünkü gözümün önünden insanüstü bir varlığın değil, bir insanın mücadelesi geçti. Hayalleri ve hayal kırıklıkları ile, acıları ve sevinçleri ile, zaafları ve yetenekleriyle, inatçılığı ve kompleksleriyle, korkularıyla, dini için herşeyi kaybetmeyi göze almış idealistliği ile bir insan belirdi hayalimde. Devletin hemen hemen hiçbir imkanının ulaşmadığı, Van gölünü güneyden çevreleyen yalçın dağların kucağında doğmuş birisinin nasıl tarihi bir şahsiyet haline gelebildiğinin hikayesini okudum. İstanbul'a 1907'de gelip, Kürtlerin Osmanlı/Türk devletine sadakatlerinin devamı için kendine göre bir çözümünü bulmuş ve bu çözümü hayata geçirmek için çırpınan gencecik birisi ile tanıştım kitapta. Takip eden 18 yıl içerisinde de bütün çırpınmalarının nasıl hüsranla bittiğini görüp büyük bir hayal kırıklığı ile memleketine dönen bir insanı hayal ettim. Muhtemelen İstanbul Türkçesi konuşamadığı, İstanbul'un elit çevrelerinden uzak giyimi ile de alay edilen bir insandı.
İstanbul'dan ilk uzaklaşmasında şöyle diyordu Said Nursi: "Ey Koca İstanbul... Elveda ey gelin libası giymiş acuze-i şemta! Usandım; sen zehirli bala benzersin. Belki, medeni libası giymiş vahşi adama benzersin. Sureten ne kadar medeniliğin var; sireten dahi nifak, sefahet, ağraz içinde o kadar, o derece vahşisin.." (s.164)
Canlı ve Beysülen bu kitapta Said Nursi'nin eserlerini bu hikayenin içerisine yerleştirerek onu daha iyi anlamamıza yardımcı olmuş. Mesela, Said Nursi'yi döneminin diğer İslamcı reformistlerinden ayıran en önemli risalesi, İçtihad Risalesi'nin Kurtuluş Savaşını müteakiben Ankara'da kaldığı süre içinde, Arapça yazdığı bilgisi inanılmaz önemli bir not. Yine çok önemli eserler Sikke-i Tasdik-i Gaybi ve 5. Şua'ların aslında Risale-i Nur'ların mücedditlik iddiasını doğrulamak amacıyla yazılması peşi sıra gelen Abdülhakim Arvasi ile yaşanan tartışmayı anlamamıza yardımcı oluyor.
Kitabın yakın Türkiye tarihini anlamamıza yardımcı olacak önemli bir katkısı, dini grup ve muhafazakar kesimlerin Demokrat Parti ile birlikte sağ partilere yaklaşma sürecini detaylandırması. Bunu Said Nursi'nin aslında 1917 devriminin hemen ertesinde komünizme sempatik yaklaşması arkaplanında okumakta ayrıca şaşırtıcı.
Bence, kitabın en önemli katkısı, en başta özetlediğim Osmanlı/Türk modernleşmesi ve din arasındaki hakim algıya önemli bir itiraz getirmesi. Said Nursi'nin Cumhuriyet tecrübesi aslında bize aktarıldığı kadar rejimin din karşıtlığına hükmetmemizi netice verecek bir tecrübe değil. Kitaptaki anlatıma göre, Said Nursi Demokrat Parti döneminde devletle daha fazla sorun yaşıyor, tek parti döneminde değil. Sürekli gözetim altında olmasının sebebi ise, din adamlığından daha çok Kürtlüğü.
Kitapta daha birçok ilginç bilgi var. Hepsini burada paylaşmam mümkün değil. Bir bütün olarak kitap Osmanlı/Türk modernleşmesine dair önyargılarımızı ve önkabullerimizi ciddi bir sorgulamaya tabi tutuyor. Konu ile alakalı son sözü tabi ki söylemiş değil. Ama bundan sonra Canlı ve Beysülen'in çalışmasını gözardı eden her çalışma eksik olacaktır.
Bazı kitaplar vardır, keşke bu kitabı ben yazsaydım dersiniz. Zaman İçinde Bediüzzaman benim için öyle bir kitap. Keşke ben yazmış olsaydım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder