Niyazi Berkes... Belki de, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli ve en etkili sosyal bilimcisi… Osmanlı/Türk modernleşmesi üzerine en temel eser onun mesela… ‘Türkiye’nin Çağdaşlaşması’ isimli eserine müracaat etmeden Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin bir çalışma yapmak mümkün değil. Bu kitabında kurduğu çerçeve kendisinden sonra onlarca çalışmanın da arka planını oluşturdu. Modernleşme okulunun komada olduğu bu günlerde bile, Berkes’in çalışması halen daha ayakta, dimdik… Türkiye’de bugün din-siyaset ilişkilerine yazılan hemen hemen her kitap Berkes’in kurgusunu tekrarlamanın ötesine geçmez. Şerif Mardin Hoca veya Şükrü Hanioğlu Hoca gibi önemli isimlerin çalışmaları bile Berkes’in çerçevesini değiştirmez, daha fazla detayını sunar o kadar. Kemal Karpat veya İsmail Kara haricinde, bu çerçeve dışına çıkıp, 19 ve 20. Yüzyıl Osmanlı/Türk tarihine yaklaşan olmamış diyebilirim.
Peki, kimdi Niyazi Berkes? Bu soruya cevap bulabilmek için, bir dönem öğrenciliğini yapan Ruşen Sezer’in yayına hazırladığı kendi kaleminden çıkma Unutulan Yıllar’ı okudum. Hemen belirteyim. Soruma cevabı bulamadım. Diğer bir deyişle, Berkes nasıl Berkes oldu? sorusunun cevabını halen daha bilmiyorum. Zira Unutulan Yıllar bir hayat hikayesini değil, 1940’ların Türk Dış Politikasındaki dalgalanmaları anlatıyor. İfademi şöyle düzelteyim. Unutulan Yıllar klasik anlamda bir hayat hikayesi değil. Bu büyük sosyoloğumuza yakışır bir çapta bir dış politika analizi… Öyle bir dış politika analizi ki, Berkes, hayatının en önemli ve en kritik olayını, yani 1948 yılında komünistlikle suçlanarak Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden tasfiye edilmesini, bu dış politika analizinin içine yerleştirivermiş. Bu o kadar kritik bir dönüm noktasıdır ki, Berkes hoca bir daha Türkiye’de hiçbir üniversitede çalışma fırsatı bulamaz. 1952 yılında Kanada’nın ve dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde McGill Üniversite’sine yerleşir. Oradan emekli olduktan sonra da İngiltere’ye yerleşir ve orada 1988 yılında hayata gözlerini yumar.
Kısaca özetlemek gerekirse:
Berkes’e göre herşey İsmet İnönü’nün Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olması ile başlıyor. Bu aslında Atatürk döneminin de bitişi demek. Zira İnönü döneminde, günümüzün meşhur tabiriyle, Türkiye’nin dış politikasında bir eksen kayması yaşanıyor. İnönü ile, Atatürk’ün bağımsız dış politika izleme siyasası bırakılıyor ve halen daha yakamızı kurtaramadığımız bir süper güce yamanma/dayanma siyasasına geçiliyor. Bu geçiş basit olmuyor tabi. Türkiye’nin yüzündeki kara lekeleri silmesi ve McCarthy’den çok önce McCarthycilik yapması gerekiyor..
Berkes, İkinci Dünya Savaşının Türkiye’de uzun yıllar gizlenen bir Irkçı-Turancı hayali de canlandırdığını iddia ediyor. Aslında bunu biliyorduk. Ama Berkes daha önemli bir iddia da bulunuyor. Bu hayalin canlanmasında bizatihi İnönü’nün ve savaş yıllarında ülkeyi yöneten hükümetin payı var. Berkes özellikle Şükrü Saraçoğlu’nu suçluyor. Almanya’nın savaşı kaybedeceğinin kesinleşmesi üzerine, İnönü ve Saraçoğlu içinde tehlike çanları çalmaya başlıyor. Sonrası bu çanları susturma çabası. 1944’te Irkçılık-Turancılık suçlamasıyla bir kısım kişilerin mahkeme önüne çıkarılması ve daha sonra salıverilmeleri de göz boyamadan başka bir şey değil. Böylece İnönü ve Saraçoğlu ikilisi Nazi Almanyası ile işbirliği suçlamasından sıyrılıyorlar.
Suçluluk duygusu yetmemiş olacak ki, savaş sonrası dönemde İnönü ilk önce İngiltere sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne yamanmaya çabalıyor. Bunun içinde bir dış tehlike, Sovyetler Birliği, bir de iç tehlike, Komünizm, yaratılıyor. Böylece Batı’nın dikkati Türkiye’ye çevrilecek ve yardım muslukları açılacaktı. İşte DTCF olayları olarak bilinen tasfiye, Yunanistan’ın iç savaşına nazire yapar gibi, Türkiye’nin benim de komünizm tehlikem var demesi oluyor Berkes için.
Sovyet tehdidinin varlığı aslında Türkiye’nin dış politika analizlerinde sıklıkla rastlanan bir iddia. Bu iddiaya göre, Sovyetler Birliği savaş sonunda Türkiye’den Boğazlar rejiminin değiştirilmesini ve Doğu’da sınırların tekrar çizilmesini istemişti. Böylece Türkiye’de Batı Avrupa gibi, Sovyet tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Dolayısıyla takip eden soğuk savaş döneminde Türkiye Batı’nın yanında yer almıştı. Berkes’in kitabında Sovyet tehlikesinin abartıldığı iddia ediyor. Sovyetler Birliği’nin söz konusu taleplerinin ilk Hitler tarafından, Türkiye’yi yedekte bekletmek için, ortaya atıldığını öne sürüyor Berkes. Neticede, dışta Sovyet tehlikesini, içte komünizm tehlikesini abartarak, Türkiye kasten ABD’yi yanıltıyor ve koruması altına giriyor.
Berkes’in Unutulan Yıllar’ı Türk dış politikasındaki belki de en önemli eksen kaymasına oldukça farklı bir açı ile yaklaşıyor. Ben bu yaklaşımı varolan yaklaşımdan daha ikna edici bulduğumu belirteyim. Ayrıca Berkes’in çok daha ilginç iddiaları da var. Mesela, Türkiye’nin İsrail’i tanımasını Türkiye’nin klasik Batı’ya dönüklüğü ile değil, 1942 Varlık vergisi ayıbının üzerinin örtülme çabası olarak açıklıyor Berkes. Ters okumayla söylersek, Atatürk Türkiye’nin dış politikasını üstünkörü, ezberci bir şekilde Batı’ya endekslemedi.
Öte yandan Berkes’in bu kitaptaki yaklaşımının daha da geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira, Berkes bu çalışmada akademik bir çalışmanın uyması gereken kurallarına uymamış. Hayat hikayesini yazıyor olmanın rahatlığı ile bir dış politika analizi yapmış. Akademik kriterlere daha dikkatli riayet eden bir çalışmanın, çok ses getireceğine ve kafamızdaki kalıplaşmış inançları sarsacağına inanıyorum.