2 Mart 2014 Pazar

Mümtaz’er Türköne, Doğum ve Ölüm Arasında Islamcılık, İstanbul: Kapı Yayınları, 2012

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin Türkiye’ye getirdikleri ve Türkiye’den götürdükleri ... daha uzun bir süre bizleri meşgul edecek bir tartışma konusu... Kuşkusuz en ilginç tartışma ise İslamcılıkla alakalı olacak. Yani, AKP içinden çıktığı fikri ve toplumsal-siyasal harekete neler kattı? Bu hareketten neler götürdü?

Türkiye’nin AKP deneyimi halen daha devam ediyor. Bu deneyim tam olarak bitmeden söylenecek herşey spekülatif olmaktan kurtulamaz. Mümtaz’er Türköne’nin bu kitapta yaptığı tam da bu... Oldukça spekülatif, bir o kadar da provokatif, bir iddia ile, İslamcılığın AKP iktidarı ile İslamcılığın öldüğünü ilan ediyor Türköne... Yazarın kendi cümleleri ile ifade edersek:

“İslamcılığın doğumunu anlatmak bana nasip olmuştu (1)... Şimdi sona erişinin hikayesini yazıyorum. Demek hem doğumunu hem ölümünü yazmak bana nasip oldu. Doğumunu okuduklarımdan öğrendim; ama ölümüne bizzat şahit oldum. Gücünün zirveye çıkmasını, iktidara gelişini ve iktidarda tükenmesini gözledim. Yıllar içinde hayat belirtilerinin azalmasını, vücudunun kaskatı kesilmesini ve soğumasını aktüalitenin ayrıntıları arasında dikkatle takip ettim [sayfa. xv-xvi].”

İslamcılığın ölümü iddiası 184 sayfalık kitabın 40 sayfalık 7.bölümünde öne sürülüyor. Tartışılan da bir süreç değil. Zaten 40 sayfanın önemli bir kısmı da konu ile doğrudan alakalı değil... Mesela, 7. Bölümün ilk kısmında İbni Haldun’dan ilhamla AKP fenomeni anlamlandırılmaya çalışılıyor. İkinci kısımda Ahmet Davutoğlu tanıtılırken, İslamcılığın AKP döneminde öldüğüne dair ilk delil sunuluyor: Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’da ‘laik devlet’ yapısını tavsiye etmesi... Üçüncü kısımda, İslamcılığın ölümü biraz daha detaylandırılıyor. Türköne’nin iddiası çok basit: İslamcılık, İslamcıların iktidara gelmesi ile öldü. İşte bu bölümde Türköne’nin ‘ölüm’ü bir metafor olarak kullandığını öğreniyoruz. Türköne’nin benzetmesi ile... İslamcılık AKP-öncesi dönemde bir tırtıl... Şu anda ise gözalıcı bir kelebek... Yani öyle can çekişen birşey yok ortada... Sadece sisteme kabul edilerek ılımlu hale getirilen totaliter bir ideoloji var. “Ölen bir fikir, bir dava ve bir gaye. ‘İslami esaslara dayalı bir siyasi düzen’ hayalinden vazgeçtiğiniz zaman, İslamcılık da ölmüş oluyor [sayfa. 150].’

Şöyle bir soru sorulabilir: İslamcılık neden ölmek zorundaydı? Türköne’de bu sorunun net bir cevabını bulamıyorsunuz. Bana Olivier Roy’un Siyasal İslam’ın İflası tezi AKP örneğinde tekrarı gibi geldi. Kısaca, devleti idare etme sorumluluğu katı bir ideolojiyi yumuşatmayı gerektirdi, şeklinde özetleyebilirim. 7. Bölümün takip eden kısımlarında Türköne, Türkiye’de devlet’in neden İslamcılığa ihtiyacı olduğunu tartışıyor. Dış politikada açılım ve Kürt sorununun çözümü... Kısaca, Türkiye’de devlet’in ancak İslamcıların gerçekleştirebileceği bir açılıma ihtiyacı vardı. Kısaca, olması gereken oldu.

Kitabın geri kalanı, ilk altı bölüm, daha çok tarihsel bir arka plan olarak düşünülmüş. Türkiye’de İslamcılığın tarihi gelişimine dair standart anlatımı özetlemiş Türköne... Araya bazen çok ilginç gözlem ve iddialarını da katmış.

Bu gözlemlerden birisi de 4. Bölümde dile getiriliyor. Türkiye’de İslamcılığın gelişmesini ve serpilmesini engelleyen iki etken olduğunu iddia ediyor Türköne... Birincisi Necmettin Erbakan’ın Milli Görüşü... İkincisi Said Nursi’nin Nurculuk Hareketi... Bu iddianın detaylarına girmeyeceğim. Fakat bu iddianın Türköne’nin konu ile alakalı kafasının cidden karışık olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. İlk önce Said Nursi’nin Nurculuk hareketi neden İslamcılık hareketi içinde değerlendirilmediğini bilmiyorum. İslamcılık kavramını Türköne 2. Bölümde tartışıyor ve bu tartışmaya göre Nurculuk hareketine de pekala İslamcı bir hareket denebilir. Fakat kitapta bu tartışılmıyor bile.

Hadi Nurculuk hareketinin İslamcı olmadığını kabul ettik, Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş hareketi neden İslamcı değil? Milli Görüş bile İslamcı değilse, AKP ile iktidara gelen İslamcılık neden oluyor?

Geriye ne kaldığını cidden bilmiyorum. Türköne’nin doğrudan İslamcı dediği bir tek Ali Bulaç var kitapta.... Öyle ise zaten Türkiye’de İslamcılık hiçbir zaman ciddi bir düşünce ve toplumsal hareket olmadı ki? O zaman AKP iktidarı ile ölen ne?

İki bölüm kitabın konusu ile bence uyuşmuyor. 1. Bölüm, Türköne kendi hikayesini anlatıyor. Bu bölümü gerçekten büyük bir keyifle okudum. Türköne bu bölümde çok ilginç toplumsal gözlemler yapıyor. Özellikle ülkücüler, solcular ve islamcıların toplumsal arkaplanları ve yetişme tarzlarına ilişkin... Keşke Hoca bu bölümü genişletip bir kitap haline getirseydi. Bence daha detaylı bir hayat hikayesi İslamcılık hakkında daha çok şey söyleyebilirdi.

Kitabın akışını bozan ve ana konu ile uyuşmayan diğer bölüm ise İmam-Hatiplerle alakalı 6. Bölüm... Bu bölümde de çok ilginç gözlemler yapmış Hoca... Ama açıkcası kitaba nasıl bir katkısı var göremedim.

Türköne Hoca şöyle diyor kitabın arka sayfasında: “Bu kitap, master tezimden sonra en kısa zamanda bitirdiğim ikinci kitap oldu.”

Keşke Hoca biraz daha emek harcasaydı. Bu haliyle kitabını, kitap veya tez konusu arayanlar dışında, kimseye tavsiye edemem.


(1) Yazar burada ‘İslamcılığın Doğuşu’ isimli kitabına gönderme yapıyor.

1 yorum:

  1. Birol Hocam,
    Bu tür çalışmalarınızın devamını bekliyoruz. Kitabı okumadım ama yorumunuzda yöneltiltiğiniz sorular bence de çok isabetli.
    Selamlar
    Taner

    YanıtlaSil