27 Temmuz 2011 Çarşamba

Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayınları, 2009

İslam'da kadın konusu belli önyargılar ve genel geçer varsayımlar esas alınarak çalışılıyor. Özellkle Türkiye'deki çoğu feminist yazar İslamda kadın konusuna belli ön kabullerle ve dine karşı başlangıçtan var olan (a priori) negatif yargılarla yaklaşıyor. 'Din gelişmeye engeldir, din geri kalmanın kaynağıdır' şeklindeki yaklaşım modern kadın çalışmalarında hakim. Bu yaklaşımın uzantısı olan 'kadınların ikincil konumuna islamın sebep olduğu' fikri ülkemizde seküler feminist yazarlar tarafından geniş kabul görüyor. Karşılaştırmalı din analizi yapan bazı feministler yalnızca İslamı değil Hıristiyanlık ve Yahudiliği de çalışmalarına dahil ederek daha genel anlamda bütün dinlerin kadınların ikincil statüsünden sorumlu olduğunu iddia etmeye kadar gidiyor. Son zamanlarda okuduğum, Fatmagül Berktay'ın 'Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın' kitabı bu alanda güzel bir örnek. Kitap yalnızca İslamı değil, Hıristiyanlık ve Yahudilik ile kutsal kitaplarını da içerisine dahil ederek genel bir iddiaya varıyor. Ataerkil toplum biçimlerinin ve buna bağlı olarak kadınların yaşadığı sorunların sorumlusunun 'din' olduğunu öne süren bu iddia, bazı önyargıları ve yanlış kabulleri içinde barındırması bakımından tartışmalı.

Herşeyden önce dini geleneksel ve katı bir bağ olarak tanımlayan ve modernleşmenin önündeki en büyük engel olarak nitelendiren bu yaklaşım, modernitenin tanımını tek yönlü ve hatalı yapıyor. Bu yaklaşım en başından dinleri 'anti modern' ya da 'ilkel' olarak tanımlayıp, yıllar geçtikçe ve şartlar değiştikçe yerinde sayan ve hiçbir gelişme göstermeyen sabit yapılar olarak varsayıyor. Berktay'ın kitabında herşeyden önce bu varsayımın gücü hissediliyor.

Diğer bir sorun da kitapta İslam, Hristiyanlık ve Yahudiliğin kadına yaklaşım açısından aynı kefede tutulması ve yazarın iddiasına ulaşmada benzer işlevi görmesi. Oysa Hristiyanlık ve Yahudilik düşüncesi ile İslam arasında kadına yaklaşım açısından temelde bariz farklar mevcut. Bu farklılıkları 'yaratılış' ve 'cennetten kovulma' kıssalarında görmek mümkün. İnsanlığın ortaya çıkışını ve dünyadaki maddesel yaşamın başlangıcını teorize eden bu kıssalar kadın ve erkek arasındaki dinamikleri büyük ölçüde etkileyerek cinsler arasında bir hiyerarşi kurmada önemli. Nitekim Hristiyanlık ve Yahudiliğin bu iki meseleyi ele alışı ile (kadını ilgilendiren kısımlar açısından) İslamın yaklaşımı arasında büyük farklar var. Berktay'ın kitabındaysa bu farklardan ziyade, tüm dinlerde 'ortak' olan bazı kavram ve algılar ele alnıyor ve bunların kadınların gelişmesine nasıl 'engel' olduğu anlatılıyor.

Konuyu daha net anlamak ve kitaptaki eksik noktaları aydınlatmak için yaratılış ve cennetten kovulma hikayelerinin kutsal kitaplarda nasıl ele alındığını derinlemesine analiz etmek gerekiyor. Zira bu iki mesele dini sistemlerde kadının nasıl algılandığına dair önemli bir ipucu niteliğinde. Hz Adem ile Hz Havva'nın yaratılan ilk insanlar olduğu inancı üç dinde de ortak olan bir nokta. Ancak arada bazı farklılıklar bulunuyor. Bunlardan ilki 'kaburga kemiği' hikayesi. Buna göre Allah (ya da genel ifade ile Tanrı) ilk Adem'i yarattı, sonrasında ise O'nun kaburga kemiğinden bir parça alarak eşi Havva'yı yarattı. Yaratılış süreci İncil ve Tevrat'ta kısaca bu şekilde ifade ediliyor. Kuran'da ise yaratılışla alakalı bölüm Nisa suresi'nde geçen 'Rabbiniz sizi tek bir nefisten yarattı, ondan da eşini yarattı..' ayetiyle anlatılıyor. Ancak ayette geçen 'nefis' kelimesi tefsirciler tarafından farklı yorumlanarak Hz Havva'nın eşi Hz Adem'den, Onun kaburga kemiğinden yaratıldığı yönündeki inanca eklemleniyor. İslami çevrelerde geniş kabul gören bu yaklaşım aslında bizzatihi İslam'a ve kutsal Kitap Kuran'a dayanmıyor. Ancak gerek Kur'an dili olan Arapça'nın 'cinsiyet temelli' yapısı gereği 'nefis' kelimesinin farklı şekillerde tanımlanması, gerekse Kuran'ın indiği dönemde yaratılış konusunda hakim olan inancın Tevrat'ın Tekvin kitabında geçen hikayeye dayanması kaburga kemiği meselesinin İslama atfedilmesine yol açıyor.

Yaratılış bahsinin dışında İslam ile Yahudilik ve Hristiyanlığı birbirinden ayıran en önemli fark şüphesiz 'cenneten kovulma' kıssası. Cennette bulunan yasak bir ağacın meyvesinden yiyen Hz Adem ve Hz Havva'nın cenneten kovularak dünyaya gönderilişinin anlatıldığı kıssa kutsal kitaplarda çok önemli bir noktada farklılaşıyor. Tevrat'ın Tekvin kitabında geçen hikayede şeytan ilk olarak Hz Havva'nın aklına giriyor ve Onu yasak meyveyi yemeye ikna ediyor. Havva ise Adem'in aklını çelerek Onun da yasak meyveden yemesini sağlıyor. Tanrı'ya karşı kendini savunmaya çalışan Adem ise kendisinin bir suçu olmadığını, Havva'nın aklını çeldiğini söylüyor. Bunun sonucunda Tanrı Havva özelinde tüm kadın cinsini 'doğum sancısı ve erkeğe itaat' ile cezalandırırken erkekleri de 'sıkıntılı bir dünya hayatı yaşamaya' mahkum ediyor.

Hikayenin benzer şekilde anlatıldığı İncil'de kadın çok daha net bir ifade ile suçlanıyor. İlgili bölümlerde 'Aslında Adem'in şeytana uymadığı ancak Havva'nın şeytana uyarak günaha girdiği' belirtilerek sorumluluk açıkça kadına yükleniyor. Tevrat ve İncil'de geçen bu bahis kadın ve erkek arasında ciddi bir hiyerarşi yaratırken kadının toplumda tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülerek 'lanetlenmesine' neden oluyor. Bütün bunların bir sonucu olarak o dönem kiliselerinde 'kadının ruh sahibi olup olmadığı'nın dahi tartışma konusu olması, hatta 16. yüzyıl Fransa'sında 'kadının ruh taşıdığı ancak bu ruhun şeytani olduğu' sonucuna varılması şaşırtıcı değil.

Oysa Kuran'da ilgili kıssa anlatılırken dengeli ve eşit bir yaklaşım benimseniyor. 'Şeytan o ikisine fısıldadı', 'Onları yoldan çıkardı' gibi ifadeler Hz Adem ile Hz Havva'ya eşit sorumluluk yüklendiğini gösteriyor. Ancak Tevrat ve İncil'de geçen ve kadını aşağılayan ifadelerin, dönemin Plato'ya dayanan hakim Yunan felsefesi de göz önüne alındığında Kuran tefsirlerinde ciddi izler bıraktığını söylemek mümkün. Nitekim klasik tefsir alimlerinin bir bölümü Tevrat ve İncil'de geçen ifadeleri esas alarak Hz Havva'nın 'erkeğin kadın tarafından yoldan çıkarılmasına ilk örneği teşkil ettiğini' iddia ediyor. Bu durum Yunan felsefesi ve Yahudi-Hristiyan kültürünün İslam düşüncesine ne denli etki ettğini ve kadın hakkında yalan yanlış bir çok inancın İslam'a nasıl sızdığını gözler önüne seriyor. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde 'İsrailiyat ve Yunan felsefesinin Kuran tefsirlerine sirayet ettiğini' söylerken tam da bu noktaya işaret ediyor. Kadını fitne ve fesadın kaynağı olarak gören zihniyetin günümüz müslüman toplumlarında İslami bir kisvede karşımıza çıkması ise düşündürücü. Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanmasının 'yeryüzüne fitne fesat yaydıkları gerekçesiyle yasaklanması', kaynağını Yahudi-Hristiyan geleneğinden alan bu ve benzeri inançların, asıl kaynakları araştırılmaksızın İslama dayandırılmasına sebebiyet veriyor.

Tüm bunların yanı sıra her ne kadar ilahi olsalar da tüm dinler bir anlamda 'insan' yapımı. Her din, ortaya çıktığı dönemin şartları ve kafa yapıları doğrultusunda şekilleniyor. Dinlere, ya da daha spesifik olursak kutsal kitaplara halen kullanmakta olduğumuz bazı kavram ve ifadeleri yükleyen biz insanlarız. Dolayısıyla bir dinin direk ve kati olarak herhangi bir alandaki bozukluktan ya da aksaklıktan sorumlu tutulması doğru bir yaklaşım değil. Bu nedenle din sistemlerinde kadın incelenirken 'ilahi olan din' ile 'dünyevi olan insan' arasındaki ayrımı gözetmek, din ile dini yaşayan insanlar arasında fark olduğunu kabul etmek gerekiyor. Müslüman dünyası özelinde konuşursak, Suudi Arabistan'da kadının geri kalmış olması bizzat İslam'dan değil onu yorumlayan insanların, yani müslümanların anlayışından kaynaklanıyor. Bu nedenle İslam'da kadını değerlendirirken, esas kutsal metin olan Kuran ile sınırlı insan zihninin bir ürünü olan tefsirler arasında farklılıklar olduğunu, ayetlerin yorumlanmasında dönemim hakim yargı ve inançları gibi pek çok 'dış faktörün' etkili olduğunu unutmamak gerekiyor. Kısaca var olan bir aksaklıktan direk din sorumlu tutulmadan önce sebep-sonuç ilişkilerinin daha derin analiz edilmesi lazım.

Fatmagül Berktay'ın çalışması tüm dinlerin, özelde ise İslam'ın, kadına bir nevi 'düşman' yaklaştığı varsayımından yola çıkarak en başında hata yapıyor. Modern feminist yazarların kabul etmesi gereken nokta, dinin 'kadınların gelişmesi önündeki en büyük engel' ve geri kalmaya tek sebep' olmak zorunda olmadığı; bilakis doğru ve özüne uygun bir şekilde yorumlandığında kadına ihtiyacı olan gücü fazlasıyla verebileceği gerçeği. 'Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın' ve benzeri çalışmalar, bu saydığım ön kabuller ile hareket etmeleri bakımından eksik kalıyor. Kadının Kuran'da, yukarıda bahsettiğim kıssalardan hareketle, İncil ve Tevrat'takinden bariz bir üstünlükle ele alınmasına rağmen günümüzde neden müslüman dünyasında daha çok sorunla karşı karşıya kaldığını açıklamak için, tüm önyargı ve kabullerden uzak, daha kapsamlı ve tarafsız çalışmalara ihtiyaç var. Dini temelde reddeden bir zihniyetin din'de kadının yerini açıklamaya çalışması sonu en başından belli bir filme benzer..

Not: Bu kitap yorumu Feyza Gümüşlüoğlu'na aittir. Yazısına Timeturk.com'da 27 Temmuz 2011 tarihinde yayınlanmıştır. Yazıya ulaşmak için: http://www.timeturk.com/tr/makale/feyza-gumusluoglu/tek-tanrili-dinler-ve-yanlis-onkabuller.html